Tarihin 100 yıl sonra anlattığı

03:0029/04/2016, Friday
G: 13/09/2019, Friday
Yaşar Taşkın Koç

Doğaldır ki gazetelerde dergilerde internette televizyonlarda Kut-ül Ammare ile ilgili onlarca haber yorum analiz hatırat okudunuz bu sıra.



Bugün de okumaya devam edeceksiniz.



Bu akşam devlet düzeyinde 100. Yılı kutlanacak epeyce çalışılmış ve en üst düzey katılımlı bir törende yeni bilgiler, bakış açıları bulacaksınız…



1. Dünya Savaşı üzerine bir belgesel vesilesiyle hakkında biraz okuduğum bir konuydu geçen yıl. Aklımda kalan şeyler arasında uçsuz bucaksız çöllerde yön duygusunu kaybeden askerler vardı.



Sıcak ve düzlüğün beyni kandırıp göze su gibi vaha gibi oyunlar oynaması sonra.



En çarpıcısı neydi diye sorarsanız, Hintli askerlerin bazılarının intihar şekliydi.



Kuşatma sürdükçe, kurtarma çabaları sonuçsuz kaldıkça başa gelen asıl dert açlık oluyor. Gıda stokları tükendikçe sıra atların kesilip yenilmesine geldiğinde Hintli askerlerin önemli bir kısmı at eti yemeyi reddediyor. Onları ikna etmek için ta Hindistan'dan fetva geliyor.



Hintli askerlerden Müslüman olanlar fırsatını buldukça Türk tarafına kaçıyor zaten ama olmayanlar için bu kuşatma ayrı bir eziyete dönüşüyor böyle böyle.



Dayanamayıp intihar edenler çıkıyor ister istemez.



İşi silah kullanmak olanlar için akla gelecek, bilindik klasik yöntemler dışında en çarpıcı intihar öyküleri bazı Hintli askerlerin korunağın arkasından çıkıp öylesine dikilmesiydi.



Bir insan sadece ayakta dikilerek intihar edebilir miydi?



Kut-ül Ammare'de ettiler.



Karşılarında keskin nişancıların beklediğini biliyorlardı çünkü…



Bilmem kaçı öyle veda etti hayata.



Bilmem kaç Türk keskin nişancı muhatabının bu hareketine önce anlam veremedi. Sonra bekledi. Sonra anladı.



Ve kaçı vazgeçti acaba öylece dikilen bir “düşman”ı vurmaktan.



Bilmiyoruz.



Tarih bu detayları vermiyor onca hatırata rağmen.



Bildiğimiz Ganj'a kavuştuğunu düşünerek gözlerini kapamış, açlıktan gittikçe zayıflamış bazı Hintli askerlerin İngiliz üniforması içinde Dicle kenarında dünyadan ayrılmayı seçtiği.



Ve tabii ki “üzerinde güneş batmayan imparatorluğun” ordusunun kaç asır sonra, öncekinden de beter bir sonla karşılaştığı… toplamda 40 bin kayıp verilerek nihayetinde aralarında generaller üst subaylar dahil 13 bin esir vermesi…



Daha bir yıl önce Çanakkale'de uğradıkları deniz ve kara hezimetinin üstünü Bağdat'ı alarak örtmek isteyenlerin uğradığı büyük askerî utanç.



Üstelik de yanlış stratejilerle Mezopotamya'daki dört tümeninden sadece birini burada bırakmış olan Osmanlı ordusuna karşı aldılar bu ağır yenilgiyi.



Hindistan yoluna ilişkin korumacılığı neredeyse paranoyak seviyede olan Britanya sadece bunun için değil donanmanın yeni gemilerinin yakıt ihtiyacı için de bölgedeydi.



Zayıflatılmış ve dahası dağınık durumdaki Osmanlı birlikleri karşısında harekâtın ilk döneminde kazanılan başarılarla Bağdat'a yürüme hırsı daha da büyüdü. Osmanlı karargâhının önceki hatasının tersine, bu sefer de kuşatılmaya başlanan Irak ve Havalisi Genel Komutanlığı'nı takviye kararı tam zamanında alınmıştı.



Bundan önceki çarpışmaları kazana kazana ilerlediğini düşünen Townshend karşısında yine dağınık, çabuk çökecek bir savunma olduğuna inanarak Selman-ı Pak'taki savunma birliklerinin üzerine yürüdü.



Oysa ta Kafkaslar'dan gönderilen, yürüyerek yetmiş üç günde bölgeye ulaşan ve hem geldikleri yerde hem de ondan önce Çanakkale'de savaşmış tecrübeli yeni birlikler Fransız hücum anlayışına sahip İngiliz komutanın bütün doğru ve yerinde askerî taktiklerine rağmen sökülemedi. Aksine düşmanını yıldırdı.



Geri çekilme kararı verdiğinde şüphesiz bunun geçici bir şey olduğunu sanıyorlardı. Yakında Bağdat'ta olacaklarını müjdeleyen mektupları kadar geçekti bu duygu ve düşünceler oysa.



Kısa süre sonra sığındıkları Kut-ül Ammare'de kuşatıldıklarında da yakında kurtarılacaklarını sanıyorlardı muhtemelen.



Finali biliyorsunuz artık.



Çanakkale'den sonra Mezopotamya'da da büyük yenilgi, tarihe geçecek hüsranla tanıştılar tekrar.



Dahası, “Hasta Adam”ın ordusuydu bunu onlara yapan.



İyi de bu tarih, bu tabii ki kıvanç duymamız asırlık yaşanmışlık bize ne anlatıyor?



Kraliyet Donanması'nın yakıtı veya “sömürülen Hindistan'a aman bir şey olmasın”lar veya sonra o topraklarda yeniden ancak on kat güç biriktirip ele geçirilebilen her şeyden bugüne ne kaldı?



Cihan Harbi'nin kazananları bırakın ne pahasına elde etti bunları…



Bırakın bize ne kaybettirdiğine…



Savaşta kazandıkları o topraklara, o halklara ne verdiler?



Aradan yüz yıl geçti; hadi bakalım dönüp seyredelim Kut-ül Ammare'nin, Selman-ı Pak'ın ve yüzlerce kilometre çapındaki bütün komşu kardeş coğrafyanın halini.



O işgalleri yapabilmek için Türk keskin nişancının karşısına ölmek için çaresizce Hintli askeri diken planlar, projeler, hırslar, kazançlar ne yazık, hâlâ duyulmuyor mu derinden…


#1. Dünya Savaşı
#Kut-ül Ammare
#Hasta Adam