Tarih ve coğrafyanın ettiği

04:0022/11/2016, Salı
G: 17/09/2019, Salı
Yaşar Taşkın Koç

Salı günü Cumhurbaşkanı, Başbakan Milli Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı ve üst düzey komutanlar Yalova'da altı saat süren toplantı yaptı.



Gündemin ana konusu aslında NATO üyeliğiydi.



Ama bundan fazla söz etmeden daha çok bir savaşa katılıp katılmama kararını ele aldılar enine boyuna.



Birleşmiş Milletler'in dünyaya yaptığı çağrıya ne cevap vermeleri gerektiğini uzun uzadıya bütün yönleriyle tartıp biçtiler.



Sonunda karar alındı; BM çağrısına uyulacaktı. Savaşa taraf olunacaktı.



Çünkü böylece NATO'ya üye olunabilecekti…



Bayar ve Menderes toplantı bittiğinde ne kadar rahatlamıştı bilmiyoruz ama 25 Temmuz 1950'de BM'ye olumlu cevap verildi.



Kore'ye Türk askeri de gidecekti.



Mesele uzaklardaki o topraklarda başlamış, gittikçe kızışan bir iç savaşın uluslararası taraflarından biri olmaktan çok 2. Cihan Harbi'nin ardından Stalin yönetimindeki SSCB'nin Türkiye'ye yönelik artan baskısı ve talepleriydi.



Ankara NATO'ya resmen girmezse yanıbaşındaki bu devle başa çıkamayacağını biliyordu.



ABD Başkanı Truman'ın 20 Eylül'de Cumhurbaşkanı Bayar'a yolladığı “Komünist tehdidine karşı hür dünyanın müdafaa kalesini inşaya yardım etmek için Atlantik Paktı Teşkilatı içinde Türkiye ile birlikte çalışmaya sabırsızlıkla intizar etmekteyiz” mesajı uzun zamandır beklenen haberi “müjde”liyordu.



Türkiye sonunda NATO'ya kabul edilmişti…



Üyelik için resmi imzalar gerçi ta Şubat 1952'de atıldı ama Adnan Menderes “Bu tarihi günün büyük ehemmiyetini” diyerek başladığı konuşmasını kısa kesti, “Heyecanımın daha fazla söz söylemeye müsaade etmediğini görmüş olmanızı tahmin ederek özür diliyorum ve huzurlarınızdan ayrılıyorum” diyerek Meclis kürsüsünden indi.



Şimdi doğrudan değil ama dolaylı da olsa belli ki bu yarım asrı çoktan devirmiş ilişkiyi etkileyecek onca şey arka arkaya yaşanmaya başlandı.



O zamanlar başlayan ve sonra 1991'den itibaren sona erdiği kabul edilen Soğuk Savaş'tan daha sert daha soğuk bir iklimin içine giriyor dünya hızla.



Tüm dünyanın en büyük patronluğunu o günden bu yana sürdüren ABD ne kadar geriliyor, tahtı ne kadar sallanıyor, sallanmıyor da yeni döneme uygun bir düzenleme, derlenip toparlanma, uyum sürecine mi giriyor… tartışmaların ucu bucağı yok.



Bu sıralarda gözünü Rusya'yı bile atlayıp biraz daha uzaklara Çin'e Hindistan'a bakanlar bir an önce Pasifik'te bir bilek güreşinin başlamasını bekliyor ama Pasifik'tekilerin bu bölgedeki petrol ve doğalgaza büyük ihtiyaçları yine yakamızı bırakmıyor işte.



Burak Çin'de top oynuyor, Carlos Tevez'e Pekin'den 40 milyon avroluk telif yapılıyor ama Çin ve ABD afetlere karşı ortak askeri manevra yapabiliyor bir yandan da.



Tarih yakamızdan düşmüyor, coğrafya değiştirilemiyor.



12 Eylül'ün ünlü Diyarbakır Cezaevi'nde yatmışlığı olan Ahmet Türk tarihin bu iniş çıkışları nedeniyle mi yeniden gözaltına alınıyor mesela?



Veya şimdi mesela Kıbrıs mı yeniden konu? İlk büyük uluslararası savaşlardan sayılan Kırım Savaşı'nın sonucu değil miydi Kıbrıs adasının kaybı?


Veya yine 1950'lerde imzalanan Zürih ve Londra anlaşmaları sayesinde garantör ülke olmamış mıydı, 74'te buna dayanarak çıkarma yapmamış mıydık?



Yarın Suriye'de her ne olup bitecekse kiminle masaya oturursak oturalım Ankara Antlaşması yine çekmeceden çıkarılıp ortaya konulmayacak mı?



Kadeş Antlaşması'ndan bu yana bu topraklar konusunda gerçekten değişen ne var aslında?



Belli ki Şanghay Beşlisi birliğini Asya'ya da yayacak şekilde gelmekte olan muhtemel dalgaya karşı biraz daha birbirine sokuluyor.



Türkiye'den yükselen sese hem Çin hem Rusya peş peşe olumlu cevaplar veriyor.



Tarih zıddına döner gibi oluyor bazen tersine akacak gibi geliyor… sonra sadece aktörlerin yer değiştirdiğini ama aslında hep kendi yoluna devam ettiğini anlıyoruz.



Bakalım şimdi nasıl ve nereye doğru akacak, ancak yaşayıp gördükten sonra ne olduğunu anladığımız o yol nereye çıkacak?


#NATO
#Kadeş Antlaşması
#Diyarbakır Cezaevi
#Carlos Tevez