Kadın kendi gibi yaşlı kocasını kenara doğru çağırdı. Adam tınlamadı. Kasketinin altında bıyıklarının bile donduğu belli katı yüz ifadesiyle eli montunun cebinde dikilmeye devam etti.
Otobüs gelirdi birazdan nasılsa.
Kadın ağır adımlarla inatçı eşini çağırdığı yere doğru birkaç adım attı.
Orada güneş vardı.
Ankara'nın “çok soğuk” diye tanımlanması yetmeyecek içe işleyen keskin ayazından güneş altında bir nebze kurtulmaya çalışıyordu kadın.
“İnatçı herif” diye ters ters bakarken güneş biraz daha ısıttı neyse ki sırtını.
Hastane koridorunun her bir köşesinde zaten sancılı dertli insanlar kararmış kış gününün zayıf floresanlarla daha da loşlaşıp ağrılarını artırmasıyla cebelleşirken bebeğin ağlaması, bir yaş büyük ağabeyinin anlaşılmaz sözcüklerle ona bir şeyler anlatması dikkatleri dağıttı.
Ağrılar azaldı, sancılar unutulmaya yüz tuttu.
Kadın sert geçecek kışa hazırlık için bahçedeki onca çiçeğini bir nebze olsun korumak amacıyla yaptığı üç dört tahta uzunca bir naylondan oluşan uydurma serasının üzerinde biriken karları temizledi.
Olmamıştı.
Çiçekler yaşama dair hiçbir iz bırakmadan büzüşmüştü işte.
Canı daha da sıkıldı.
Naylonu orasından burasından çekiştirip eteklerini soğuğa karşı daha aşağı indirirken köşedeki adını hâlâ öğrenemediği ta İzmir'den ne zorluklarla getirdiği fidanın tomurcuğundaki canlı yeşili fark etti.
Sevindi.
İçi hem ışıdı hem ısındı.
Evin yarı açık kapısına yürürken peşinden seyirten arsız kediye bu sefer kızmadı. Gitti dolaptaki yarım şişe sütü getirip su kabının içine döktü, “Benden bu kadar” dedi.
Kedi kafasını kaldırmadan mırıldandı.
Kadınla kedi iyi anlaşıyordu.
Oğlunun çaydanlığı devirip ortalığı berbat etmesi yetmezmiş gibi yanan elinin ayasına krem sürerken kendi kendine söylenen babanın yüreği cız etti kabaran üst deriyi görünce.
Buzluğa koştu, bulduğu ilk şeyi eline bastırdı hemen.
Geç kalmışlardı.
O deri atacak, o sızı uzun sürecekti artık.
Kayseri'deki kalleş mi kalleş saldırı geldi aklına birden. Ufacık bir yanıkta, küçücük bir iğne batmasında, ayağın hafif burkulmasında, dizin sehpaya çarpmasında, kırılan bardağın eli kesmesinde yüreği ağza getiren evlât sevgisinden utandı birden.
Haberlerde cenaze törenlerinin ardı arkasının kesilmemesine şaşırıyordu artık gittikçe hafızası yok olan nine.
Ortaokul ikinci sınıf öğrencisi torunu çorbasını getirdi, birazdan kaşığından dökülecekler üzerini kirletmesin diye özenle bacaklarının üzerine örtüyü serdi.
Ninesi seviyor diye radyoyu açtı, eski çok eski şarkılar çalan o frekansı buldu.
Nine torun bir zaman içinde sessizce çorba içerek kayboldu.
Kasabanın çerçilerinden orta yaşlı emekli her geçen gün daha az satılan çoraplara bakıp bakıp sinirleniyordu.
Bir liralık olanlar bile satılmıyordu neredeyse.
Yanlış çorap mı almıştı, fiyatta mı sorun vardı… anlayamıyordu.
Çorapları sarmak için kullandığı gazetedeki habere şimdi ilk defa görüyormuş gibi baktı tekrar. Daha dikkatle baktı.
“Tamam” dedi, ne yapacağını anlamıştı. Neye tamam dediğini sormadı yanındaki diğer esnaf.
Onun da şapkalar eldivenler atkılar pek gitmiyordu bu ara ama alıştı arkadaşının kendi kendine konuşmasına.
Siniri geçti birden.
Topladı tezgâhı apar topar.
İçinden 50 çift kalın çorabı aldı sokağın öteki ucundaki yardım toplayan ekibe verdi.
Halep için miydi Güneydoğu'da bir ilkokula mıydı Ankara Mamak mıydı… sormadı yardımın gideceği yeri.
Kahveye gitti, bir çay söyledi.
Durup dururken içi rahattı.
Tam bu sırada, köşe yazarı, bu soğuk karanlık sıkıntılı havada yazısını size çiçek, torun, bebek, çorba, çorap, kedi, güneşle ısıtmaya neşelendirmeye şefkat sevgi umutla bitirmeye çalışıyordu.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.