1965 yılında Ankara’da doğdu. Gazi Üniversitesi Radyo Televizyon bölümünü bitirdi. Ulus Gazetesi’nde 1984 yılında başladığı gazetecilik hayatını, Yörünge Dergisi, Yurt Haber Ajansı ve Kanal 7’de, dergicilik, gazetecilik, ajans, televizyonculuk alanlarında yaptığı çalışmalarla sürdürdü. 2003 yılında, TV 5’in kurucu Ankara Temsilciliği görevini üstlendi. 2006 yılında TV 24’ün kurucu Ankara Temsilciliği görevine getirildi. İlk belgesel çalışmasını eski işadamı Nuri Demirağ üzerine kaydetti. İstiklal Madalyası’nın ilk ve tek belgeselini Osman Sert’le beraber çekti. TV 24’te ‘Keşke Olmasaydı’ yakın tarih dizisi programı içinde 30’a yakın bölümde emek verdi. Köşk’ün Öyküsü, Endülüs, Erdem Beyazıt, TBMM, SEKA, Ali Adnan/Başvekil, Mehmed Akif isimli belgesellere imza atan Koç, bu çalışmalarının karşılığında 10’a yakın ödülle ödüllendirildi. Haber7.com ve Mansettv.com sitelerinde köşe yazarlığı yapmış olan Yaşar Taşkın Koç, evli ve 2 çocuk babasıdır.
Basın üzerine söyleşi yaptığımız zamanlarda genellikle hayatımızı şu üç şeyin çok etkilediğini söylerdim:
Medya, hukuk ve sağlık.
Bu üç sektör günlük hayatımızı en çok etkileyen, yöneten kurumlara dönüşüyor gittikçe.
Sağlık ne yiyip içeceğimizi, nasıl yaşamamız gerektiğini biz uysak da uymasak da dayatmaya, dikkatimizi çekmeye devam ediyor.
Hukuk zaten malum…
En geniş anlamıyla medya da neyi nasıl görmemiz gerektiğini, nasıl düşünmemiz gerektiğini dikte ediyor her dakika. Şimdi sinema, tiyatro, gazete, televizyon gibi konvansiyonel olanların yanına sosyal medya büyük bir güçle girdi ve onun da bu dikte etme konusunda diğerlerinden farkı yok.
Daha fazla çeşitlilik arz etse de sosyal medyanın yönetme yönlendirme konusunda ayrıcalığı yok onun da.
Daha fazla mahalle varsa da bir o kadar da daha fazla mahalle taassubu var. Ortadan bir şey söylemek veya üçüncü şıkka işaret etmek ya da söylenen bir şeyden şüphe etmek orada da büyük günah ve taş atma konusunda herkesin eli maşallah pek mahir. Kimsenin günahsız olma gibi bir kaygısı yok. Herkes keskin nişancı, attı mı alnının ortasından gözünün üstüne çakıyor herkes.
Bu kadar çok “bilgi", iddia, teşhis ve tedavi arasında artık meşrebinize hangisi uygunsa onu almak zorundasınız.
Kafanızın karışma ihtimali büyük tehlike.
Kafanız karışmasın sakın.
Karışmasın ama nasıl karışmasın?
Annenizin ünlü terliğinin bacağınızı yakmasıyla kafanızı sıyırması arasındaki capcanlı hatıralarınızın arasına bir savcı giriveriyor işte.
Anası kızıp oğluna terlik fırlatmış ve şimdi açılan davada terlik silah oluvermiş.
Otobüste hemşireyi tekmeleyen zanlının iki defa tutuklanıp iki defa serbest kalması ve üçüncü kez yine tutuklanmasından daha karmaşık olanı hukukçularımız icad edip bıraktı önümüze.
Sağlıkçıların araya girmesini bekliyorum şimdi tedirginlikle.
“Ana terliği yemek sağlıklıdır" diye bir demeç örneğin.
Sonra onların birbirine girmesini tıpkı kolesterol, tereyağı, yumurta, şeker konularında olduğu gibi.
En iyisi bu üç sektörün kafa karıştırma uzmanlığından sıyrılıp kendi bildiğimiz gibi yaşamaya çalışmak.
Mesela ben artık zorla gittiğim doktorun muayene ardından çektirdiği akciğer filmine derin derin bakmasından ürktüğümde nihayet her iki ciğerimde de ağır enfeksiyon olduğunu duydum.
Doktor mevsim ve önceki zatürrenin tekrarı olduğunu düşünüp üç iğne ve bir haftalık antibiyotik tedavisine başladı.
Babama göre bu soğuk havalarda ince giyinmenin, içime yünlü bir fanila giymemenin cezasını çekiyordum.
Annem her zaman olduğu gibi çay ve sigarayı suçladı.
Yakınlarım beslenmeme dikkat etmediğimden yakındı.
Şair değildim ki “Bu memleket beni verem etti" deyip çıkayım işin içinden.
Desem bile sosyal medyada infaz edilmeyeceğimin garantisi yok.
Annemin azaltsam da içtiğim sigaralardan haberi olması o terliğin üzerime yaklaşması demek anında yine.
Bir haberci olarak haber olmam ne güzel olurdu sonra savcıya gidip şikayet ettiğimde.
Neyse… en iyisi sağlıkçıları dinleyeyim, bakalım hangisi hangisiyle kavga ediyor zatürre tedavisi konusunda.
Bu karanlık kısa araya sıkışmış gibi duran talihsiz ayda olmayan sobada ıhlamur kaynatmanın yollarını bulayım oda da koksun diye.
Eskiden bugün yani 8 Kasım'da başlayıp ta Hıdrellez yani 6 Mayıs'a kadar süren altı ayın tümüne birden kasım denirmiş.
Şimdi elimizde bir otuz gün var.
Etimologların da hukukçular, sağlıkçılar, gazetecilerden farkı yok. Kasım ne demek diye araştırınca her kafadan bir ses çıkıyor.
Keşke 1946'da Refet Ülgen'in bu ay için “Songüz" diye önerdiği isim kabul edilseymiş.
Bu gariban, öksürüklü, bir sıcak bir soğuk ayın daha bir havası olurmuş.
Olmamış.
Olsaydı da kim bilir hangi hukukçu iptal davası açardı gerçi…
Ve biz medyada sosyal medyada nasıl taraflara bölünüp birbirimize hayali bıçaklar fırlatırdık…
Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.
İlk yorumu siz yapın.
Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.
Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.