Daha 1930'da 1. Dünya Savaşı'yla ilgili yazılmış kapsamlı eserinde Basil Liddell Hart o günkü Alman ordusundan bahsederken, “Oldukça eğitimli bir lider kadrosuyla kısa dönemli bir askere alma faaliyeti sonucunda –erimiş sıvının bir kalıba dökülmesi gibi- bir askerî mekanizmayı süratli bir şekilde meydana getirebilmişlerdi. Alman modeli, Avrupa kıtasında kendi teknik bilgi standart ve kabiliyetlerinde benzersiz bir profesyonel subay ve astsubay teşkilatıydı” der.
İş Bankası'nın muhtemelen savaşın 100. yılı nedeniyle Türkçeye kazandırdığı kitaplardan olan eserdeki bu cümle ister istemez akla bugün Paralel Yapı'nın binbir dalavere karıştırdığı davaları getiriyor.
Aynı çuvala bir suçlu on masum doldurarak oluşturulan şişirilmiş büyük davalar sonunda patladı. Bugün o çuvalların nasıl doldurulduğunu somut delilleriyle görüyoruz.
İzmir'deki Askerî Casusluk soruşturmasında yargılanıp 27 ay hapis yatan Foça Kaymakamı'nın kızı Safiye Köten'in evindeki arama videosu Cuma günü Hürriyet'te Toygun Atilla'nın haberi olarak yayınlandı.
Orada, güya arama yapan polislerin elleriyle koymuş gibi “suç delillerini” bulduklarını görüyoruz. Ama bundan daha iç yakansa genç kızın “Onlar da nedir… hiç haberim yok” diye çırpınması boş yere.
Böyle acımasız kaç operasyon oldu daha kim bilir.
Paralel Yapı'nın bir hedefi vardı ve o hedefe ulaşmak için masumların terör örgütü üyesi yapılmasının, canhıraş haykırmasının, sonra 27 ay hapis yatmasının, Paralel Yapı'nın gerçek yüzü fark edilip onlarla mücadele başlamasa daha kim bilir ne kadar yatacaklarının önemi yoktu.
Yaktıkları canların karşılığında şimdi hesap vermesi sırası onlarda.
Arada, bir ordunun belkemiğini oluşturan profesyonel subay-astsubay kadrosunun ne kadarını tasfiye ettiler; toplamda nasıl bir hasar verdiler bunu uzmanları bilir.
Bu sırada Cizre Jitem Davası diye bilinen ünlü davada bütün sanıklar beraat etti bu haberden bir gün önce.
Biri 100 yıl öncesine, diğeri neredeyse düne ve sonuncusu yakın geçmişe ait üç haber, bilgi.
Ve bugün…
Özellikle Güneydoğu'da terörle mücadele bazen ev ev, sokak sokak sürdüğü bir süreçte Cizre Jitem davasından bütünüyle beraat çıkması sürpriz olmayabilir.
Sonuçta kararı hakimler verdi ama Türkiye'de 90'lı yıllar bu davanın da konusu olduğu yargısız infazlar, faili meçhullerin cirit attığı bir dönemdi. Bu son kararda hukuk adamlarının tekil olarak bu davaya yaklaşımlarının sebeplerini bilmiyorum ama ortaya çıkan sonuç genel olarak o döneme ait bakış açılarının doğru olmadığını düşündürüyor.
90'ların kanlı ve nihayetinde 28 Şubat gibi postmodern bir darbeye evrilen üstü örtük darbe döneminden birden bire “Milli Ordu'ya kumpas”a; oradan şimdi bu kumpası kuranların yargılanmasına fakat arada faili meçhullerin, keyfi uygulamaların da cezasız kalmasına savrulmamız doğru değil.
Ağustos 2013'te Ergenekon kararları açıklandığında hükümlere de yargılamalara da açıklanma biçimine de itiraz edip “bu işin sonu genel affa varır, varmalıdır” yazmıştım.
Dolaylı olarak olan da buna yakın bir şey zaten bence bugün.
O gün bu yoruma kızanlar, ispiyon mahiyetinde sayfalarına taşıyanlar kadar şimdi bu yazıya da tepki duyanlar olacaktır.
Keşke işimiz ikide bir tarihe kalmasa diyorum ama yapacak bir şey yok; bakalım tarih kimi haklı çıkaracak?
…
Seçim sonuçlarının beklendiği gibi doğurduğu CHP, MHP'deki lider tartışmalarının varabileceği yer; bu tartışmaların doğru aktörlerle ve hayırlı sonuçlar için yapılıp yapılmadığı; kenarda duruyormuş gibi görünen HDP'de neler olabileceği; bunun Öcalan-Barzani hattına kadar muhtemel sonuçlarını değerlendirmek istiyordum ama araya Cizre'de öldürülmüş insanların sonuçsuz kalan davası ve Safiye Kökten'in vicdanları sızlatan haykırışları girdi.
Derdimiz, Cizre'de öldürülen insanların hiç duymadığımız son haykırışlarıyla zulme uğrayan Safiye'nin çığlıklarının ikisinin birden aynı anda ve birbirinin rakibi olmayan, asla birbirinin yerine tevil edilemeyen ortak meselemiz olduğunu unutmamak olmalı.