Ben, Daniel Blake

04:0017/03/2017, Cuma
G: 17/09/2019, Salı
Yaşar Taşkın Koç

Siz beni izlediyseniz o filmden tanıyorsunuz.



Ya da İzmir'de Konak'ta tarihi saat kulesinin orada güvercinlere bir liraya yem satarken gördünüz, kim bilir? Hani zabıta yemleri alıp güvercinlere savurduktan sonra geri veriyordu üç liralık pazardan alınma tepsimi. Ağır ağır topladım sonra hatırlarsınız eşyalarımı; iki plastik sandalye, biraz naylon poşet. “Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta/Her şey naylondandı o kadar” diye başlayan Geyikli Gece şiirinde ta elli sekiz yıl önce olacakları yazan Turgut Uyar'dan hatırlarsınız.



Yine muhtemelen naylon ağırlıklı ayakkabılarımın içine bu soğuklarda daha az üşümek için pantolonumun paçalarını içine soktuğum ucuz ama kalın çorapları unutmamışsınızdır.



Daha önce de Üçyol'da el işi üç beş parça eşya satan teyzenin terazisini biliyorsunuzdur belki.



İstanbul'da bıçağıyla tatlılarını korumaya çalışan seyyarın videosunu beğenmiştiniz kim bilir?



Bankamatik sırasında bir önünüzdeki ihtiyarın çoktan eksiye düşmüş bakiyeden on Türk Lirası çektikten sonra makinenin arkasından uzattığı ama onun unutup gittiği makbuzu saklıyorsunuz çok acı bir hatıra olarak kaç zamandır.



Newcastle'da yaşayan ve sağlık sorunları nedeniyle çalışamayan bir başka Daniel Blake'in çektiklerini 80 yaşındaki Ken Loach sinemasıyla izlerken yönetmenin her filminde yaptığı gibi 80'ler sonrasında dünyayı cehenneme ağır ağır çeviren politikaların kolay kolay kadraja girmeyen insanların hikâyelerini çok büyük başarıyla aktardığını gördük.



Milyarlarca Daniel Blake dünyanın her yerinde ABD, Rusya, İngiltere, Türkiye, Almanya, Japonya, bütün bir Afrika, Asya ve hele şimdi Ortadoğu'da insana bir kere verilen en değerli hediye olan 'hayat'larını işte onca zorluk içinde geçirmeye çalışıyor.



Gözümüzün gördüğü kulağımızın duyduğu milyonlarca şeyi eşyayı hayatı anı duyguyu görüntüyü sesi beynimizin kalbimize ulaştırmasını sağlayan tek araç sanat.



Kalbimize ulaşmayan şey vicdanımıza da dokunamıyor.



Her sanatın her sanatçının öyle ya da böyle bize, insanoğluna dokunan bir üretimi, yaratıcılığı var.



Her gün karşılaştığınız ağaç büyük bir ressam sayesinde fark ettiğiniz bir ağaç olur; şehrin gürültüsü içinde o sesi bir müzisyen size duyurur; gökyüzüne gerçekten bakmayı bir fotoğrafçı öğretir.



40 yıla yakındır dünyada sadece emeğiyle geçinenlerin hayatını ağır ağır, yavaş yavaş, adım adım karartan bir küresel ideolojinin görünmez hale getirilmiş, görülse de kabullenilmiş yıkımlarını 'sıradan' insanların hayatlarına çevirdiği kamerasıyla elektrikçi babanın oğlu Ken başarıyor.



Üstelik her sanatçı gibi “yaklaşmakta olan”dan bahsediyor. Dünyanın bütün zenginliğinin yüzde 99'unun yüzde 1'i tarafından gasp edildiği bir zaman diliminde yapıyor bunu.



Savaşların, sınırlara tel örgüler çekilme yarışlarının, her ulusun diğerine her inancın bir başkasına ya düşman ya da en azından “pek soğuk” olduğu bir yerkürede kafası karışık yönetimlerin ve ne olup bittiğini anlama ihtimali olmadan dünyadan göçüp gedecek kitlelerin odaklandığı şeylere değil bizzat o kitlelerdeki bireylere odaklanıyor.



İşler bu kadar kötüleşmeden önce de başlamıştı zaten.



O tek örnek değil ve kıyamete kadar da olmayacak.



Ondan önce de sezip kendi kuşaklarına da bize de anlatanlar, işaret edenler, aldırmamaya çalıştığımız felaketlerimizi gözümüze sokanlar oldu şüphesiz.



Çankırılı fakir ana babanın oğlu Edip Cansever duydu 'mendildeki kan sesi'ni.



Subay oğlu olarak doğup kendi de subaylıktan ayrılma Turgut Uyar Geyikli Gece'yi yazdı ama meselâ Güvercinli Meydan'ı yazamaz artık.



Sümerbank Mensucat Fabrikası'nda işçi babanın oğlu Ahmet Kaya'dan sonra rençper Mehmet'in oğlu Müslüm Baba da yok ki dünyanın sayıları da gittikçe artan bütün Daniel Blake'leri için yazılmış şiirleri ciğerimizi yırtarak yorumlasa.



Yok ama… yenilerini bekliyor işte yine de bir büyük dünya.


#Türkiye
#ABD
#İngiltere
#Edip Cansever