|
Suriyeli çocuklar neden öldü?
Uygarlığın en temel kültürel derdi , yabancıya ve yabancıyla ne yapılacağıdır. Yabancı sorununu doğuran artık değerin târihidir. Artık-değerin birikim ve dolaşım târihi, sismik etkisi derinleşerek süren bir târihtir. Onun içinde insan toplulukları artık hareketsiz kalamayacak; şu ya da bu sebeple sürüklenerek, itilip kakılarak ya da iradi kararlarla yer değiştirecektir.

Yabancıyla rastlaşmaların geçici ve sınırlı olması sorun değildir; genellikle tahammül eşiklerini zorlamaz ve karşılıklı olarak yumuşatılır. Diğer taraftan rastlaşmalar ve bunun çerçevesinde kurulan ilişkiler “karşılıklı çıkarlara” dayanıyorsa sorunlar minimâl düzeylerde yaşanır. Sorunlar, kalıcı, sınırları ve sonuçları belli olmayan; yerleşik çıkarları zedeleyen etkilere açılıyorsa tablo hızla değişir.

Geleneksel dünyâda yerellikler, yâni her topluluğun kendi içinde ve yabancılara kapalı olduğu yaşayış örüntüleri baskındı. Yabancıların zuhûr ettiği durumlar, dünyânın ticârî merkezlerinde yoğunlaşıyordu. Bu artık değerin dolaşımını, yâni mal ve hizmet akışını sağladığı için berekete yoruluyor; hele ki yerleşik otoritenin kontrolü sağladığı durumlarda hiç sorun olmuyordu. Marjinal gezginler ve hacılar da ayrıca saygı görüyordu. Felâketli olan durumlar ise, göçer toplulukların hayât rutinlerini bozan kıtlıklar ve saldırgan göçlerdi. Yabancılar ile göçerleri savaştıran çok yıkımlı süreçlerdir bunlar. Çoğunlukla, yatışması ve sentezlenmesi uzun süren, karmaşık yeni kültürel melezlenmelere dönüşen sonuçlar doğuran da buydu.

Modern dünyâda, demografik rutinler tamamen değişti ve kapitalist dünyâ işbölümünün mantığına ve işleyişine uygun hâle getirildi. Buna göre birikimin merkezini ya da mahrecini oluşturan topluluklarda yerellik tasfiye edildi. Yerel nüfûslar kültürel köklerinden sökülerek, herkesin birbirine “yabancı” olduğu kentlere yığıldı. Sanâyi Devrimi köksüz orta sınıflar ve köksüzleştirilmiş işçi sınıfının harmanlanmasından başka bir şey değildir.

Herkesin yabancı olduğu bir dünyâda sanâyi disiplinini kurmak son derecede güçtü. Bunun için bireyselleşme ve kişisel çıkar duygusu; kültürel, siyâsal ve ekonomik düzeylerde güzellenerek teşvik edildi. Diğer taraftan,Elias ve Foucault gibi târihçilerin eserlerinde açığa çıkarıldığı üzere, püritan eğitim yoluyla, uysallaştırılmış, evcilleştirilmiş değerler etrafında kitleler dizginleştirildi. Modern medenîlik, temelde yabancı ile başa gelme strateji ve taktiklerinin örgütlendiği kültürel süreçleri ihtivâ eder.

Proleter yeni uluslar olarak tanımlanan yarı-merkez ve çeper dünyâ ise aynı süreci eksikli bir şekilde yaşamıştır. Eksikli birikim süreçleri, işgücünün işbölümünün mantığına oturur. Buna göre, işgücü, mâliyetleri düşük tutma eksesinde “faâl” ve “yedek” olarak ayırımlaştırılır. Sözkonusu ayırım, hem basit piyasa mantığında, hem de küresel olarak böyledir. Buna göre, eksik birikim sürecini yaşayan yarı-merkez ve çeper dünyâda, işgücü mobilizasyonu bastırılır. Bu bastırma mutlak değildir. Sadece kontrol altında tutulur. Nitelikli işgücünün devşirilmesine engel çıkarılmaz; bunun dışında sınırlı geçişlere izin verilir.

Bastırma süreçlerine kültürel destekler sağlanır. Burada merkez kapitalist dünyâ, kendisini kültürel olarak arındırır; saf, temiz ve mükemmel bir insanlık olarak tanımlar. Bu saflık, kendisini lekeleyecek her türlü yabancı kültürel etkilere karşı kıskanç bir şekilde savunulur. Oryantalizm örneğinde olduğu üzere; merkez dışı kültürel dünyâlar ya doğrudan aşağılanarak, ya da egzotizm üzerinden güzellemelere mahkûm edilerek dışlanır.

Tabloda akıl dışı olan, sermâyenin sınırsız dolaşım imkânları sağlanırken emeğin baskılanmasıdır. Finansal işlemlerde hiçbir engel yaşanmazken; insanların dolaşımını baskılayan hudutlar, pasaportlar, vizeler, bu çelişkinin apaçık izlenebileceği düzenlemelerdir. Buralarda insanlık her işlemde biraz daha buharlaştırılır. İnsanlık, eşitlik, adâlet gibi steril merkez dünyânın evrensel olarak sunumladığı değerlerin boşa düşmesi de cabası... Acı olan, artık bu baskılamaların, modern hayâtın basit ve makûl bir gereği olarak zihinlerde olağanlaşmasıdır.

Sûriyeli göçmenlerin başına gelenlerin arkaplânında yatan gerçekler bunlardır. Çocuklar ilk defâ ölmedi. Ama bunu belgeleyen bir fotografta ilk defâ dünyâ kamuoyunun suratına çarptı. Unutmayalım, fotograf dünyâyı belgeler; ama tek başına değiştiremez. Sosyal iletişim ağlarında, elden ele, gözden göze ulaşarak, “ah, vah” ettirerek, zaman içinde unutulup gidecektir. Sûriyeli göçmenlerin mukadderatını, merkez dünyânın dünyâ yedek işgücünü emme kapasitesi belirleyecektir. Eminim, şu aralar kapalı kapılar ardında rasyonel bürokrasi bunun hesaplarıyla meşguldür. Yukarıda muhtasar bir çerçevesini çizdiğimiz ilişkileri dönüştürmektir mahâret. Bunun nesnelliği, ah-u figân etmekle değişmiyor; sadece vicdanları yatıştırıyor. Hâlbuki temel sorunsal, insanlığın kültürel çeşitliliğinin, artığın târihinde nasıl çarpıtıldığını muhasebeleştirebilmektir.
#suriye
#mülteci
#göçmenler
9 yıl önce
Suriyeli çocuklar neden öldü?
Transfer kaosu
Bu oyun gelişir
Gannuşi’den Gazze’ye giden yolu kim kapatıyorsa?
Dünya bize gebe, biz hakikate…
“Ya kezzabi ya a’milil Amrikani / yallah irhal ya Sisi”