Türkiye'nin uzunca bir zamandır çıkmazda olan “Batı” siyasetleri ve ilişkileri son zamanlarda yerini hızlı bir trafiğe bıraktı. Trump'ın seçilmesinin hemen ardından “Batı'dan” Türkiye'ye çok üst düzeyde ziyaretler başladı. Hâl-i hazırda da bu trafik devâm ediyor. Gelişmeleri göreceğiz..
Türkiye ile Batı arasındaki ilişkilerin târihi tek dereceli olarak; “kazanım” veyâ “kayıpların” târihi olarak değerlendirilemez. Bunun yerine dönemsel değerlendirmeler yapmak gerekiyor. Meselâ II. Genel Savaş öncesi Batı ile ilişkiler târihi ile, II. Genel Savaş sonrası Batı ile olan ilişkilerimiz bâzı açılardan “süreklilik” gösterirken başka açılardan ise kesintilere ve dönüşümlere işâret ediyor. Bunu biraz daha somut olarak anlatmak gerekirse; Batı ile ilişkiler NATO öncesi ile NATO sonrası dönemlerde ciddî farklılıklar ortaya çıkarıyor. Bunu genellikle anlamıyoruz. Çünkü bizim zihin dünyâmızda “standart” veyâ “yekpâre” bir Batı imgesi yatıyor. Hâlbuki Batı kendi içinde çok parçalı ilişkileri içeriyor. En başta Atlantik Avrupasını temsil eden Birleşik Krallık ile Almanya ve Fransa'nın başını çektiği Kıt'a Avrupası arasındaki “târihsel rekâbeti” hiç hatırdan çıkarmamak gerekiyor. Aslında bu miktar bilinir. Ama daha çok bir dünyâ paylaşımı üzerinden. Yanlış değil; ama eksik..
Birleşik Krallık Asya'daki sömürge hâkimiyetini devâm ettirmek için bu iki rakip gücü durdurmaya yönelik olarak özel bir yatırım yapmıştır. Bunun en tipik çıktısı; Almanya ile Fransa arasındaki ihtilâfları keskin tutarak bu iki gücü birbirlerine karşı “ebedî düşmanlar” kılmak olmuştur. Fransa ve Almanya arasında-Ruhr Havzası ve Alsace Lorraine gibi-kritik coğrafyalar üzerinden yaşanan ihtilâfların ve savaşların Birleşik Krallığı dâima rahatlatan bir tarafı olmuştur. Zaman içinde buna bir de Çarlık Rusyası'nı katmak sûretiyle Birleşik Krallık, Kıt'a Avrupasını kilitlemiştir. Bu sürecin bizi ilgilendiren tarafı ise Asya'nın kapısını tutan Osmanlı İmparatorluğu'nun bir tampon güç olarak şöyle veyâ böyle ayakta tutulmasıydı. Senaryo aslında basitti. Birleşik Kralık, Rusya ve Fransa'nın buralardaki saldırgan siyâsetlerine bir miktar göz yumuyor; bu coğrafyalarda yıpranmasını sağlıyor; kırmızı çizgilerinin tehdit altına girdiği noktada ise devreye girerek onları püskürtüyordu.
Petrol meselesine kadar bu böyle devâm etti. Britanya, büyük petrol kaynaklarına oturan Osmanlı'yı parçalamayı bundan sonra düşündü. Birleşik Krallığın; yalnız kalan ve çıkış yolunu bulmak adına, sahneye yeni çıkan Almanya'ya sarılan Osmanlı'nın karşısına; bu defâ yanına Fransa ve Rusya'yı alarak süreci yönetmeye başladığını görüyoruz. Savaşın sonunda iş paylaşmaya geldiğinde Rusya'yı “ihtilâl ateşiyle” içeriden yakıp devre bıraktı. Fransa'yı ise diplomasi mârifetiyle eli boş gönderdi.
II. Genel Savaşı, ittifaklara aldanmadan, Kıt'a Avrupası ile Atlantik Avrupası arasındaki mücadelenin süreklilikleri üzerinden değerlendirmek daha doğru olur. Meselâ Fransa, sözüm ona kazanan cephedeydi. Ama aslında kaybedenler kulübünün âzalarından birisiydi. Kıt'a Avrupası; Eurodolarla mâli açıdan ve NATO ile askerî ve stratejik açıdan baskılandı. Bu şok Kıt'a Avrupasını bir dereceye kadar kendisine getirdi. Almanya ve Fransa'nın “târihsel uzlaşmasıyla” AB; başını ABD ve Britanya'nın çektiği Atlantik Batı'sına karşı kuruldu. Kıt'a Avrupası'na nefes aldıran diğer mühim bir gelişme ise NATO kapsamı içindeyken bile Sovyet Rusya ile geliştirdikleri yumuşak ilişkilerdi.
Türkiye bu dönüşümler içinde tercihini NATO'dan yana yaptı. Bu, bizim Avrupa'yı model alan modernleşme târihimizin kültürel ve zihniyet iklimini de etkiledi. Türkiye'nin AB mâcerasını ise eğreti bulanlardanım. Bu, büyük ölçüde Atlantik Avrupasının AB'yi zora sokan bir değişken olarak kullanıldı. (Buna Doğu Avrupa'yı da katabiliriz. AB bunu göğüsledi; ama Türkiye onun kırmızı çizgisi olarak kaldı. Hâlbuki unutmayalım Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılmasını sözüm ona-elbette samimî değil- en fazla destekleyen Britanya ve ABD idi).
Eşanlı olarak sürdürülen AB ve NATO siyâsetlerinin tamamlayıcı değil; kendi içinde sorunlu ilişkiler olduğunu artık görebiliyoruz. Elbette Türkiye AB'ye alınmayacak; kapıda bekletilecekti. Baskın olan ise NATO'nun standartlarıydı. AB üyeliğinin Türkiye'yi NATO'nun hegemonyasından kurtaracağına inanan sol-liberal bir çevrenin olduğunu biliyoruz. Diğer taraftan; belki elli sene sonra, bu çatallı dönemde iki Batı'nın Türkiye'deki uzantılı rekâbetinin operasyonel derinlikleri de daha net görülebilecektir…
Devam edeceğiz…
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.