Ev ödevleri ve evsizlik

04:0011/04/2016, Pazartesi
G: 13/09/2019, Cuma
Süleyman Seyfi Öğün

Türkiye modern dünyâya ağır bir ev ödevi ile girdi. Ev ödevi modern eğitim ve öğretim sisteminin ayrılmaz bir parçasıdır. Eğer robotlaşmış bir kişiliğiniz yoksa “ev ödevi” bizâtihî ağırdır. En hafif olanlar bile içine girilince ağırlaşır. Ağırlık, ödevin “eve”, yâni mahrem alana girmesidir. Aslında ev ödevi, bizi kamusal hayâta hazırlayan bir sürecin bir zorunluluk olarak “eve”; yâni “mahrem” dünyâmıza girmesidir. Paradoks buradan kaynaklanıyor.



Modernleşen Türkiye'nin “ev ödevi” kalkınmak ve ileri memleketler seviyesine vâsıl olmaktı. Bunun için bir zihniyet devrimine ihtiyaç olduğu hissediliyor ve söyleniyordu. Durumdan vazife çıkarıldı ve derhâl yeni bir müfredatla işe koyulduk. Eski eğitim öğretim lânetlenerek bütün aksamı ile hayâtımızdan def edildi. Pozitivist temeldeki yeni eğitim-öğretim seferberliği ilân edildi. Bunun müfredattaki karşılığı elbette ağırlıklı olarak mühendislik bir eksendeydi. Ama, bu yetmezdi. Mühendislik devrimi başarabilmek için destekleyici ve anlamlandırıcı bir zihniyet dönüşümüne ihtiyaç vardı. Bu da “ileri” Batı'nın felsefî-sanatsal- ideolojik doğruları ile hemhâl olmayı gerektiriyordu.



Söylemsel olarak heyecân yaratan bu girişim, formel eğitim-öğretim hayâtının dışında geniş, sınırları hayli belirsiz bir alanda ağır “ev” ödevlerini başarmayı gerektiriyordu. Eğer rejimin tipik olarak sizden beklediği konformist bir mühendislik formasyonu ve buna hizmet eden destekleyici-doktriner bir kültürlenmeden geçerseniz sorun kalmıyordu. Ama, eğer “ev” ödevini “abartır” daha ileri bir yorumun ve iddianın konusu hâline getirirseniz sorun çıkıyordu. Meselâ ağırlıklı olarak 1960'larda kendisini hissettiren “sol” ve 1980'lerde onun yerini alan İslâmî kültürlenmenin bir “ev ödevi” abartısından doğduğunu düşünüyorum.



“Yasaklanmış” yayınları okumak “ev ödevinin” artık değeriydi. Gizemli bir çekiciliği vardı. “Yasak konmuş” bir yayını okumak ve okunması gerekli ve zorunlu tutulmuş bir okumaya ikâme etmek bir “özgürleşme”, “bağımsızlaşma” sanısı doğuruyordu. Onlar sâyesinde bir bakıma “dışarıdan” verilmiş ve mahremiyetimizi kolonileştiren bir “ev ödevini” savsaklamayı mümkün hâle gelebiliyordu. “Ev ödevi”ni “özel” bir tercihle “evimize” uygun kılabiliyorduk. Yanılsama ise şuradaydı: Böyle yaparak aslında dolayımlamaya çalıştığımız bir süreci, abartarak, nihâî tahlilde onun daha tutkulu bir bağımlılığını geliştirmiş oluyorduk. Çünkü, yeni ve saklı ev ödevinin, bireysel değil, “kamusal” bir açılımı vardı.



Bu yeni ev ödevinden kurtuluş yoktu. Ödevlendirmeyi yapan kendimizdik. Hâliyle vazgeçmek olmazdı. Bizim gibi bu işe soyunanlarla birlikte yeni “kapalı”, enformel, gizli sınıflar, okullar ve cemaatler oluşturduk. Böylesine bir cemaatleşme kaçınılmazdı. Çünkü yeni ev ödevi her ev ödevi gibi ağır geliyordu. Başa gelinmemiş “hardcore” metinleri, başta felsefî olanları çok az insan anlıyordu. Kâhir ekseriyet ise bu işin altından kalkamıyordu. Son devrilerin çok sayıdaki nesilleri yabancı bir etimoloji, semantik ve sentaksın hüküm sürdüğü dillerde; çok farklı sorunsallardan temellenen bu metinlerin “karmaşık”, “özensiz ve “uydurma” çevirileriyle boğuşup duruyorduk. Pek çok cemaatleşme bir suç ortaklığının savunulması üzerine kurulmaz mı? Üstelenilmiş; ama hakkı verilmemiş metinlerin püskürttüğü “marjinâl” nesiller, hazmetmiş, hattâ hatmetmiş bir edayla biraraya geliyor ve bir ortak yalanı paylaşıyorlardı. Bunu sürdürmenin yolu süreci sulandırmaktan, hardcore'u bir softcore'a aktarmaktan geçiyordu. Şerif Mardin'in seneler evvel yazmış olduğu bir makâlede belirttiği üzere, “heyecân söylemi” imdâda yetişti. Bu aslında İbrâhim Şinâsi'nin temsil ettiği; ağır, sabırlı, çileli çabaları gerektiren “ansiklopedizm” karşısında Nâmık Kemâl'in temsil ettiği bir söylemdi. Ev ödevinin ağırlığı ancak böyle dağıtılabilirdi. Entelektüel süreçlerin “edebîleştirilmesi” ve “siyâsallaştırılması”; yenilebilir, yutulabilir nesneleriyle imdâda yetişti. Çileli Das Kapitâl veyâ Mukaddime okumalarının yerini bir Yılmaz Güney veyâ Minyeli Abdullah filmi seyretmek, esrik ortamlarda bir Hasan Hüseyin veyâ Necip Fâzıl şiiri patlatmak aldı. Ev ödevleri bu lümpenleşme içinde ağırlığını dağıttı. Herkes için kolay ulaşılabilir oldu. Entelektüel sürecin siyâsallaştırılması ve ideolojikleştirilmesi faslı tamamlıyordu. Bu dünyâda dost ve düşman edinmek kadar kolay ne var ki?



1990'lardan 2000'lere dünyânın dönüşümü ev ödevlerinin doğurduğu kâbusu dağıttı. Disiplin toplumuna özgü kurumsal eğitim ve öğretim, Pink Floyd'un “The Wall” albümüyle yıkıldı. Entelektüel hayâta, kitâbi anlamını aksesuarlaştıran; başta turizm olmak üzere yeni ve kolay erişilebilir standartlar kazandırıldı. Beş duyuluk ve bireyselliğe dayalı “ince”, “açık” ve “deneysel” işlerdir bunlar. Kamusal entelektüel figürler halâ bol bol boy gösterir ve aralarında tartışırlar ama, iş bir bireysel zekânın ıspatıdır artık. Entelektüel tartıya çıkmak için tadılması, görülmesi, dokunulması ve işitilmesi gerekenin bazı “farzlarını” yerine getirmek; “geride kalmış olmamak” rahatlatıcıdır. Ötesi marjinale açılan bireysel “tatlı”rekâbettir. Esrârlı altıncı his spekülasyonlarında yol almak, tadılmayanı tatmak, görülmemiş olanı görmek, dokunulmamış olana dokunmak, işitilmemiş olanı işitmek; hâsılı, denenmemiş olanı denemek entelektüel incelmenin açık uçlu yollarıdır. Entelektüel kavgaların ajandası artık “incelik-kabalık”; “a posteriori-a priori”, “açık-kapalı” arasındadır. Cemaatleşmeler ise bunların savunusu sırasında tezâhür ediyor. “Üstteyiz ve inceyiz” diyen, ince tınlamalı olmasına özenilen seslerle nanik yapanlara, yarı özlemle; “yettik, geliyoruz”; tık nefes kalınan durumlarda ise yarı nefretle; “kabayız, ama insanız ulan” diyen dâvûdi seslerle haykırılır. Kavgalar çoktan ansiklopedik (epistemolojik-ideolojik, hattâ sanatsal) iddialarını çoktan kaybetti. İçine kin ve nefreti dâhil eden duygulanımlarıyla kışkırtılmış yarı-cehâlet (heyecân söyleminin hâl-i hazırı) siyâsallaşması ise buna rağmen devam ediyor.



Bütün bu göstergeler daha derindeki bir kaybın göstergesi. Modernleşme evimizi elimizden aldı. (Okumak, evden çıkmanın karşılığı değil midir?) Bize kendimizi evde hissettiren tek bağ belki de ev ödevlerimizdi. Ev ödevlerimizi kaybederek aslında gâliba tam anlamıyla evimizi kaybettik. Artık bu dünyâda herkes şöyle böyle homeless'tır. Kavgalar da homeless'ların kavgasıdır. Bu kavgaların çığlıkları ne kadar da aslında üşümüş çığlıklardır…


#Ev ödevleri
#evsizlik
#kavga