ABD'nin resmen Sûriye'de PKK'yı desteklediği haberi, medya diliyle söyleyelim; bomba etkisi yarattı. Eminim, Türk Silâhlı Kuvvetleri karşısında iyice sıkışan ve “devrimci halk savaşını” yüzüne gözüne bulaştıran Stalinist Kürtçüler bu habere çok sevindi ve derin bir nefes aldı. Irak içlerinde PKK mevzilerine ağır tahribat yaratan ve bu konuda ABD'nin olurunu alan Türkiye ise biraz buruldu.
Bu işler aslında hep böyle yürüyor. Küresel ölçekte “büyükler”in siyâsetlerinde bölgesel bir gücün ne pahasına olursa olsun ya da sonuna kadar tam destek alması hiçbir zaman mümkün değildir. Bunun görece istisnâsı ABD'nin İsrail'e verdiği tam destektir. Ama bu bile zaman zaman sarsıntı geçirebiliyor. Kurumsal, stratejik ittifaklar bile bu gerçeğin dışında kalamıyor. Meselâ Atlantik ittifakı içinde bile sık sık iç çelişkiler başgösterebiliyor. Büyük Britanya bugün Avrupa Birliği içinde gözüküyor; ama ABD ile Almanya'nın merkezinde olduğu Avrupa Birliği arasındaki çelişkilerde önceliği ikincisine verdiği âşikâr. AB içinde Güneyli Avrupa-Orta ve Kuzey Avrupa arasında bir çelişki mevcût. Yetmezmiş gibi buna son devirlerde Doğu Avrupa da eklemlendi.
Kanaatimce mühim olan husus, bu gerçekliğin zihin dünyâsında ne kadar veri alındığı ve gereğinin kollandığıdır. Doğu Akdeniz topluluklarının siyâsal çizeminde bu gerçekliği sindirmekte sıkıntılar olduğunu düşünüyorum. Duygusal ve moral temellerde şekillenen bâzı beklentiler bu gerçekliği veri almayı engelliyor. Halbuki günümüz dünyâsı, iki taraflı olarak şövalye ahlâkının hüküm sürdüğü Arslan Yürekli Richard ile Selahaddin-i Eyyûbî'nin dünyâsı değildir. Realpolitik ile moralpolitik'i birbirine karıştırmak en vahim hatalardan birisidir.
Bu tespit üzerinden moralpolitik'in dışlanması gerektiğini îma etmek istemem. İşâret etmek istediğim husus, moral sonsalların savunusunun bile realpolititik üzerinden; en azından realpolitikte bir karşılığı olmasının gerekliliğidir.
Görebildiğim kadarıyla “şimdilik”, “büyükler”in izlediği küresel ölçekteki siyâsetler artık eskisi kadar bile olsun, kesin çizgiler taşımıyor. Her bir kesitte, alan açmayı; seçenekleri bollaştırmaya ve ellerini zengin tutmaya dikkât ediyorlar. Rakiplerinin burunlarını sürtmekten çok, onları zor durumda bırakmaya özen gösteriyorlar. Vur-kaç taktikleri yürütüyorlar. Bu süreçlerde küçük fotografa takılı kalmanın, büyük çerçeveyi okuyamayıp dramatik değerlendirmeler yapmanın hiçbir faydası yok. Görece küçüklerin yapması gereken, büyük çerçeveyi gözden kaçırmaktan sapmaması ve özellikle büyük aktörler arasındaki çelişkileri iyi okumaktır. Hâsılı Tanzimat ricâlinin yaptığını yapmaktır.
Osmanlı, son dönemlerinde, mâceracı İttihatçı sapmaya kadar bu işi götürdü. Bağımsızlık savaşını başarıya götüren süreçlerden birisi de Tanzimat ayarlarına dönüş oldu. Atlantik Paktı'na dâhil olduktan sonra, paket siyâsetlere mahkûm olan Türk Hariciyesi kaçınılmaz bir lümpenleşme yaşadı. Yeni dünyâda ise Tanzimat ayarlarına dönmekten başka yol yok.
Şimdi biraz pratiğe bakalım. Kafkasya ve Ukrayna'da hırpalanan Rusya'nın Esad tarafından Ortadoğu'ya müdâhil olmasını; Esadlı veya Esadsız artık gitmeyeceği belli olan Sûriye BAAS'ının güç kazanması olarak görüp ilk bakışta olumsuz bir gelişme olarak değerlendirmek kolaycılıktır. Ben kendi nam ve hesâbıma böyle bakmıyorum. Esad'ın Rusya desteği almasının en pratik sonucu daha derinde Türkiye'nin önemini arttırmaktır. Bu aynı zamanda yeniden Şiî blokunun içine yuvarlanan Kürt hareketine de olumsuz bir etki yaratacaktır. Rojawa'da bağımsızlaşan Kürt oluşumu artık eskisi kadar rahat olamaz. En azından bu oluşuma Rusya'nın doğrudan müdâhil olduğu bir coğrafyada yeniden bakmak gerekir. Rusya'nın arkasında olduğu bir Şiî blokta tutunmak ve eş anlı olarak ABD desteği almak olacak iş değildir. Buna bir de İsrail'in rahatsızlığını eklersek tablo Kürtler açısından daha da kararacaktır.
İran'ın parlatılması meselesi ise dikkâte alınması gereken; ama büyütülmemesi gereken bir gelişmedir. Tabiî ki, daha önce de yazmış olduğum üzere bu sürecin Türkiye'yi bölgede eksiltme riski vardır. Ama İran'ın ABD'nin istediği kıvama gelmesi mümkün gözükmüyor. Bu hem İran'ın içindeki güç dengeleri îtibârıyla; hem de İran'ın jeo-stratejisi açısından beklenen sonuçları vermeyecektir.
ABD'nin bağımsız büyük Kürdistan projesine destek verdiğini ve aşama aşama bunu hayâta geçirmekte olduğunu ileri süren çevreler ise hayâl görüyor. Bu tablo ABD'nin çıldırması anlamına gelir. Siyâsal coğrafyası parçalanan bir Türkiye'nin buna göz yuman, hattâ destekleyen Atlantik blokunda kalması mümkün değildir. Bütün bir bölgeyi allak bullak edecek bir gelişme olur bu. Herhalde ABD de bu çılgınlığı yapacak kadar akılsız değildir.
Büyükler küçükleri bir yerde rahatlatan, başka bir yerde ise zora sokan siyâsetleri yürütüyorlar. Bunun adı istikrarsızlıktır. O halde yapılacak şey, içeride sağlanan siyâsal bir istikrar üzerinden akılcılığı devreye sokmaktır.