Almanya Türkiye ilişkileri kopuyor mu?

04:0024/07/2017, Pazartesi
G: 17/09/2019, Salı
Süleyman Seyfi Öğün

Son gelişmelerden sonra Türkiye-Almanya ilişkileri, belki de târihinin en kötü evresine girdi. Bu kadar gerilimden sonra iki ihtimâlden birisi olur: Ya ilişkiler tâmir edilir veyâ daha büyük bir hesaplaşma için tırmanmaya devam eder ve tarafların inisiyatif kullanabilecekleri son eşikleri de parçalayarak bir “kopuşa” gider.Önce sık sık vurgulanan ve benim de bir miktâr desteklediğim bir tezi gözden geçirmekte fayda var. Doğrusu bu gerilimin, Almanya’da seçim sath-ı mâiline girilmiş olmasıyla âlâkadar

Son gelişmelerden sonra Türkiye-Almanya ilişkileri, belki de târihinin en kötü evresine girdi. Bu kadar gerilimden sonra iki ihtimâlden birisi olur: Ya ilişkiler tâmir edilir veyâ daha büyük bir hesaplaşma için tırmanmaya devam eder ve tarafların inisiyatif kullanabilecekleri son eşikleri de parçalayarak bir “kopuşa” gider.


Önce sık sık vurgulanan ve benim de bir miktâr desteklediğim bir tezi gözden geçirmekte fayda var. Doğrusu bu gerilimin, Almanya’da seçim sath-ı mâiline girilmiş olmasıyla âlâkadar olduğunu söylemek artık bir basitleme olacaktır. “Kontrollü bir gerginlik” düzeyinde kalsaydı, bu değerlendirmeyle yetinebilirdik. Ama husûsen Almanya tarafından gelen son değerlendirmeler bir “sürdürülebilirlik” krizine işâret ediyor. Bu bir bakıma şunun îtirafı sayılmalı: “Artık bu gerilimi yönetemiyoruz”. “Sürdürülebilir olmaktan çıktı” demek, “yönetilebilir olmaktan çıktı” manasına alınmalıdır.

Bir ilişkinin sürdürülebilir; yânî yönetilebilir olmaktan çıkması; onun sürdürülmesini mümkün kılan “araçların” işlevsizleşmesi manâsına da alınabilir. Almanya; “bu durumda ilişkilerimiz sürdürülebilir olmaktan çıktı” demek sûretiyle; artık araçların işlevsizleştiğini ifâde etmiş oluyor. Pekâlâ; bu iplerin yanlışlıkla, kazayla veyâ taraflardan birisinin -bu da muhtemelen Türkiye olacaktır- “fevrî” veyâ “aşırı” davranışlarıyla elden çıktığı manâsına da geliyor. Alman siyâsetçilerinin beyanlarında kullanılan dilin imlediği bir şeyler var: “Bu Türkler, nihâyetinde bir Şark toplumudur. Siyâsete akıllarıyla değil, önyargıları ve duygularıyla yaklaşırlar. Hele biraz bellerini doğrultmaya görsünler; hemen çılgınlaşırlar. İşte şimdi yaptıkları da budur. Almanya’ya sanki savaş açtılar. Ulusal gurûrumuzla oynuyorlar. Bizde bunun altında kalamayız. Avrupa değerlerinin bize yüklediği mes’uliyet üzerinden gerekli her türlü cevâbı verecek ve bu şımarık, haddini bilmeyen Şark milletine haddini bildireceğiz”…Aklın duyguyla yer değiştirmesi.. Aklî değer ve araçların terk edilip duygusal bir zemine kaymak. …

Eğer, reelpolitik’in zirve yaptığı ve her türlü normu fütursuzca çiğnediği bir zeminde “değerler” vurgusu yapılıyorsa; benim tezim odur ki; kopuş ve husûmet kasdî olarak derinleştirilmek isteniyordur. Giderek daha fazla emin olduğum bir husus var: Almanya, Türkiye ile olan ilişkilerinin geleceğini karartabileceği kadar karartmak istiyor. Yâni Türkiye’ye, Katar tarzı bir ambargoyu dayatabilecekleri bir zemini oluşturmak istiyor. Sürecin ekonomik yaptırımlar içereceğine dâir vurgu buna işâret ediyor. “Güvensiz ülke” tanımlaması yaparak Türkiye’ye gelen Alman turistlerinin gözünü korkutmak; Devlet garantilerini çekerek Türkiye’deki Alman yatırımlarını durdurmak… Almanya’da anaakım siyâsetler Türkiye’yi dışlama arzusunda. Üstelik bu arzu, Almanya’daki seçimlerden bağımsız bir gerçek.

Artık anlaşılıyor ki, dünyâdaki güç dağılımı ve siyâsal -ekonomik aktörlerin bu dağılımdaki dizilişi çok sancılı süreçleri içeriyor. Bağımlılık Okulu’nun en kuvvetli teorik ismi olan -toprağı bol olsun- Andre Gunder Frank’ın Dünyâ Sistemi başlıklı derlemesine çeşitli vesilelerle tekrar tekrar bakıyorum. Çok kapsamlı, kuşatıcı bir bakış var burada. Dünyâ târihinin dâimî olarak belli bir güç merkezi etrafında çeşitli türdeki “bağımlılık” ilişkilerinden oluştuğunu ortaya koyan bir bakış bu. Bu merkezlerin hiçbiri ebedî değil. Bugün ağırlık merkezini oluşturan coğrafyalar ve bu coğrafyalarda suyun başını tutan güçler yarın perişan bir şekilde karşımıza çıkabilir. Binlerce sene dünyânın en büyük güçlerinden birisini oluşturan Çin ve Hint kıt’aları nasıl oldu da Atlantik merkezli Pan Avrupa’nın elinde yüzlerce sene sömürge oluverdi? Nasıl oldu da bugün Çin ve Hindistan belini doğrulttu ve yeniden bir ağırlık merkezi oluşturdu? Avrupa nasıl oldu da bütün târihsel üstünlüğünü bir çırpıda Atlantik'in ötesine kaptırıverdi? ABD II.Genel Savaş'tan sonra; nasıl oldu da sömürgesi olduğu Britanya’nın yerini alıverdi? Bugünlerde küllenmiş zannedilen Britanya yeniden nasıl da tazelenmiş iddialarıyla sahneye çıkıveriyor. Atlantik merkezli bir dünyâ artık çok demode kalıyor. Pasifik merkezli bir dünyâ ise, Asya, Avrupa ve Afrika’nın bütünleşmesine doğru gidiyor. Bu da; Atlantik ve Pan-Avrupa’nın çeperlere itilmesi manâsına geliyor. Brexit, Büyük Britanya’nın Çin ile birlikte, hem ABD hem de Almanya’yı dışlayarak Pasifik merkezli güç dağılımını yönetmesi ve patronajına almasının ilk adımıydı. Bu durumda Almanya her zaman olduğundan daha fazla ABD’ye gebe bir hâle geldi. Bu gerilimler içinde, üç kıt’anın düğüm noktasını tutan Türkiye’ye şu veyâ bu şekilde abanmak, Pasifik odaklı ve bu üç kıt’ayı merkezîleştiren bir oluşuma vurmak anlamına gelecektir. Hâsılı mesele, Almanya -Türkiye meselesi olmaktan çoktan çıktı...

#Almanya
#Berlin
#Türkiye
#ABD