Zizi: Dahi, Mahçup, karizmatik ve talihsiz...

00:0016/07/2006, воскресенье
G: 27/08/2019, вторник
Selahattin Yusuf

Yıllar önce Gerçek Hayat'ta "Dahiler Asla Laik Olmaz" diye bir yazı yazmıştım. Elbette siyasi bir yazı değildi. Laikliği espri parantezine alıp spora uygulamayı denemiştim. Büyük sporcuların, sporu bir meslek olarak değil; hayatın tamamı olarak yaşadıklarını; "meslek işleriyle" "hayat işlerini" birbirinden iyi ki ayıramadıklarını, bunun gerçekten de iyi ki böyle olduğunu anlatmaya çalışmıştım.Şahit olduğum ve bir daha da asla unutamadığım, kafamda asılı kalan üç tarihi spor enstantenesiydi beni

Yıllar önce Gerçek Hayat'ta "Dahiler Asla Laik Olmaz" diye bir yazı yazmıştım. Elbette siyasi bir yazı değildi. Laikliği espri parantezine alıp spora uygulamayı denemiştim. Büyük sporcuların, sporu bir meslek olarak değil; hayatın tamamı olarak yaşadıklarını; "meslek işleriyle" "hayat işlerini" birbirinden iyi ki ayıramadıklarını, bunun gerçekten de iyi ki böyle olduğunu anlatmaya çalışmıştım.

Şahit olduğum ve bir daha da asla unutamadığım, kafamda asılı kalan üç tarihi spor enstantenesiydi beni bu yazıyı yazmaya iten.

Enstanteneler şu fotoğraflardan oluşuyordu:

Mike Tyson'ın bir unvan maçında, ringde rakibinin kulağını ısırıp kopardığı o unutulmaz an.

Maradona'nın İngiltere'ye eliyle attığı ve sonradan "El benim değildi; Tanrı'nındı" dediği o gol.

Hagi'nin UEFA Kupası finalinde, bir top kaybından sonra rakibine yumruk attığı ve kırmızı kart gördüğü o an.

* * *

Profesyonelliği aşağılayan ve amatör dahiliği yücelten (ki bu gün de arkasındayım bu fikrimin) yazının Maradona'yla ilgili kısmı şöyle başlıyordu: "Diego Maradona, futbol sahasını tuval gibi kullanan bir şair-ressamdı. Güzelliğe meftun olmuş beynini futbol sahalarında estetize edilmiş bir çarpışmayla doyuramadığı gün, hasta oldu ve artık işe yaramaz sinirlerini kokainle yatıştırmaya çalıştı. Ruhu artık kendi gösterisinde çiçek açamıyor, kendini gerçekleştiremiyordu. Oysa 1986 Dünya Kupası'nda, kanında uğuldayan Kızılderili'nin bütün görkemiyle yürüyordu çimlerin üzerinde. Göğsü ileride ve enli, açık. Başı dimdik. Kaşlarının arasında bir düşüncelilik kırışıklığı, alnı çizgiler içinde... Bir oyun için aşırı denebilecek bir duyarlılıktı onunki. Maradona sahaya girdiğinde, bu oyun değildi; şaka hiç değildi! Meslekî bir mesafelilik yoktu onunla top arasında. O sahaya indiğinde yaşamı dışarıda bırakmıyordu çünkü. (Dahiler laik olmaz, profesyonel olmaz!). Yaşamın bütün yüzleri onunla birlikte, onun topuklarının ardından gelip giriyorlardı sahaya..."

* * *

Bunları niçin hatırladım şimdi?

Sizin garip bulabileceğiniz bu mini fotoğraf koleksiyonuma yeni bir değer daha eklendi bu günlerde. Anlamışsınızdır sanırım. Fransız Milli Takım oyuncusu Zinedine Zidane'dan bahsediyorum. Fransızların deyişiyle "Zizou"dan...

Zizi'nin hakemle ve Dünya Kupası'yla arasındaki ince bağı bir kafa darbesiyle kopardığı o an, beni kopardığı o an, Cezayirlileri kopardığı o an, Fransızları kopardığı o an, Materazzi'nin ayaklarını yerden kopardığı o an, bütün dünya medyası tarafından turnuvanın en unutulmayacak enstantenesi olarak seçildi. İyi ki böyle oldu. Çok da haklılar o fotoğrafı seçmekle. En unutulmayacak değil; hiç unutulmayacak bir andı bence.

Böylece hem benim fikriyatıma farkında olunmayarak da olsa bir destek gelmiş oldu; hem de ben -son derece kişisel olduğunu kabul ediyorum- koleksiyonuma bir fotoğraf daha eklemiş oldum.

Zizi, sahadaki o gizemli suskunluğuyla kaldı aklımızda.

Top onun ayaklarına geldiğinde, okşanan ve teskin edilen bir sevgili gibi yumuşuyordu. Evet o, buna rağmen efendiliğiyle, tevazuuyla, ince iki çizginin ortasından bakan o kısık Berberî gözleriyle ve meslekî terbiyenin canını cehenneme gönderen son hareketiyle kalacak hafızalarımızda.

Yaşlandı artık. Bırakacakmış. Elbette üzücü bu.

Zizi'ye şunu söylemek isterdim; ağzı bozuk Materazzi yüzünden on dakika önce çıktın oyundan ve inciticilikte bazen Materazzi'yi geride bırakan yıllar yüzünden de büyük oyundan atılıyorsun. Üzülme. Senin ikisi de suçun değildi..