Yerine kim gelirse gelsin işler rüyayla da yürür

03:007/05/2016, Cumartesi
G: 13/09/2019, Cuma
Salih Tuna

Babamın hastalığı süreci ve ardından ahiret yurduna göçü nedeniyle uzun süre gazetemize uğrayamayınca adıma gönderilen kitap ve dergilere de haliyle bakamadım.



Geçen gün gittim baktım ki, sevgili

Fazıl Say

'ın gönderdiği

Çocuklar
İ
çin

albümünden (inanç, kültür ve mitoloji araştırmaları dergisi) “

Milel ve Nihal

”e,

Hüseyin Gülerce

'nin “

K
irli Hesaplar
Çarşısı

”ndan “

Ş
u
Çılgın
Gençler

”e

M. Fatih
Çıtlak

dostumuzun

Mesnevi

'den hazırladığı “

Küfür Fedaisi

”nden

Gazali

'nin

Beyan

'dan çıkan “

el-Munkız mine'd-Dalâl

”ine kadar bir yığın kitap, dergi, albüm...



Her birine fırsat buldukça değinmek isterim.



TG

B'li gençlerin hazırladığı “

Ş
u
Çılgın Gençler

” (Kaynak Yayınları) kendi zaviyeleri bakımdan iyi hoş bir çalışma olmuş da,

Kılıçdaroğlu

'nun o tuhaf lakırdılarına (kitabın kapağında) yer vermelerini anlayamadım.



Tuhaf dediğim…



Mesela, “

TGB'li gençlik örgütleri yani uyuyamayanlar…

” ifadesi. Sahi, siz anladınız mı, ne demek istedi Kemal Kılıçdaroğlu, nam-ı diğer

Yatık Kemal

?



Hayırdır, uyku sorununuz mu var gençler? Uyumayanlar deseydi hadi anlardım, “

uyuyamayanlar

” da nedir?



Bir de devamında, “

Sizlerin mücadelesi, Türkiye'nin karanlıktan çıkışının müjdesi
olacaktır

” diye de aklı sıra “rüşvet-i kelam” ediyor.



Peki gençler, hiç sormadınız mı, “

Türkiye'nin karanlıkta olduğuna hükmedecek kadar aydınlıkta mısınız?



Genç dediğin her şeyden evvel soru soran adamdır.



Sorsaydınız ya,

“Sayın Kılıçdaroğlu anlatın bakalım nasıl çıktınız aydınlığa?!



Pensilvanya muhipliği

yaparak mı,

paralel örgütü

arkalayarak mı,

FETÖ

'ye karşı yapılan her operasyona karşı çıkarak mı, hendeklerdeki

PKK

'lı teröristlere “

arkadaşlar

” diyerek mi,

Ekmeleddin
İ
hsanoğlu

'nu cumhurbaşkanı adayı göstererek mi?...



Madem Türkiye'nin karanlıktan kurtulmasının müjdesi olarak görüyor sizi, bir tek eyleminize de sahip çıksın.



Öyle rüşvet-i kelamla, genç ayartmaya çalışmakla olmuyor. Öyle ABD'ye gidip de, “

Erd
oğan sizi dinlemiyor, ben sizin sözünüzden çıkmam, beni başbakan yapın

” yollu lobi faaliyetleri yapmakla olmuyor. Öyle “Kumpasçı” marifetiyle genel başkan koltuğuna oturmakla olmuyor.



Bakınız gençler, sizinle aynı dünya görüşünde değilim, ama,

Eminönü

'nde ABD askerlerinin başına çuval geçirme eyleminizi bu köşecikte, “

Eminönü Eminönü olal
ı
böyle
çarpıcı
eylem görmedi

” ifadesiyle alkışladım.



Bu eylemden dolayı birkaç

TGB

'li genç para cezasına çarptırıldı. Burdan bunu kınıyorum.



Hadi, Kemal Kılıçdaroğlu da bir çift laf etsin. En azından, CHP olarak bu para cezasını biz ödemek istiyoruz, desin.



Sıkıysa bir çift laf etsin ABD'ye de görelim.



İktidarda değil, kaptırıp gidebilir, nasılsa sırtında yumurta küfesi taşımıyor.



Vallahi ABD'ye laf etmesinden de geçtim,

ABD taşeronu paralel örgütlere

bir çift laf etsin yeter.



Demem o ki, gençler, bize karşı çıkın, çıkıyorsunuz da, canınız sağ olsun, yeter ki ABD ve taşeronlarına da karşı çıkmaya devam edin, ama ne olur her şeyi ama her şeyi sorgulayın.



Genç olmak her daim uyanık bir bilince sahip olmayı, her şeyi sonuna kadar sorgulamayı gerektirir.



Bu bakımdan,

Hüseyin Gülerce

abimiz 66 yaşında olduğu halde genç kalmayı başarmıştır.



Çünkü yıllarını verdiği yapıyı sorgulamış, hipnozdan kurtulmuştur.



Kirli Hesaplar Çarşısı

” (Kahverengi yayınları)

Hüseyin Gülerce

'nin kendi tecrübelerinden de hareketle paralel yapının serencamını çarpıcı bir şekilde ortaya koyan müthiş bir kitap.



Fehmi Koru

'nun malum kitabı çok konuşuldu ama

Gülerce

'nin kitabından kendi gazetesi

Star

ve hatta kankası

Ahmet Taşgetiren

bile bahsetmedi. (Yoksa bahsetti de benim mi gözümden kaçtı?) Oysa Fehmi Koru'nun kitabını da açığa düşüren son derece doyurucu bir çalışma: “

Kirli Hesaplar Çarşısı



Söz konusu kitabın 95. sayfasında çok ilginç bir bilgi yer alıyor.

G
ülen

'in

Evlerine ateşler salsın, yuvalarını yıksın, birliklerini bozsun, duygularını sinelerinde bıraksın, önlerini kessin, bir şey olmaya imkan vermesin…

” şeklindeki bedduasından (mülâane dedikleri) birkaç hafta sonra

Hakan Şükür
Pensilvanya

'ya

Gülen

'in yanına gitmiş.



Kirli Hesaplar
Çarşısı

”ndan okuyalım: “

Konu bedduaya gelince Hakan Şükür, 'Efendim birileri Türkiye'de hâlâ beddua diyorlar' diye lafa giriyor. Gülen, H. Şükür'ün gözlerinin içine bakıyor; 'Hakan Bey ben kendiliğinden mi konuşuyorum' diyor…



Vay vay vay!



Demek kendiliğinden konuşmuyor, konuşturuyorlar, o da naçar konuşuyor.



Cebrail parti kursa, kusura bakma ben sana oy vermem, derken acaba kim konuşturuyordu, iblis mi? Zira Cebrail, Allah'ın -hâşâ- hilafına hiçbir şey yapmaz, yapamaz.



Hülseyin Gülerce

bu hali söz konusu kitabında şöyle yorumluyor: “

Bu, en büyük susturucudur. 'Hocaefendi' yanlış yapmaz, çünkü 'kendiliğinden' konuşmuyor. Her Perşembe akşamı Peygamberimizle (s.a.v
) istişare ediyor. Peygamberimize (s.a.v) danışıyor, Peygamberimizden (s.a.v) ruhsat ve onay
alıyor. Bu konuda o kadar rahat ki. Efendimizi (s.a.v) Samanyolu TV dizilerinde kamyona da bindiriyor, Türkçe Olimpiyatları'nda statlarda
da görüyor. Türkiye'den has adamlarından biri, 'Efendim bir arkadaş Peygamberimizi rüyasında görmüş, tweetleri ikiye katlayın demiş' dediğinde, 'Siz de katlayın o zaman' cevabını çok rahatlıkla vermiş… Hakan Şükür bunları unutuyor ve sonra ikna oluyor



Hüseyin abim, Hakan Şükür belki de hiç unutmadığı için ikna oluyor; bunları din olarak algıladığı için…



Yoksa…



Peygamber Efendimiz (s.a.v)

Uhud

'da yaralandı, mübarek dişi kırıldı, miğferi yüzüne battı ve vücudu kan revan içinde kaldı. O haldeyken yüzündeki kanları sildi, ellerini açtı ve dua etti: “

Allah'ım
!
Kavmimi bağışla; çünkü onlar bilmiyorlar
!



İmdi,

Hakan Şükür

şuncağızı soramıyor mu: “

Rahmet Peygamberi (s.a.v) kendisine saldıran, yaralayan müşriklere bile dua ederken, benim hocam,
Müslümanların
evlerine ateşler salınmasını, yuvalarının yıkılmasını nasıl isteyebiliyor?



Şuncacık soruyu bile sorabilecek kadar “

kıymet hükmünüz

” kalmadıysa sizi her zaman güden birini bulurlar.



Emri Hak vaki olduğunda

Gülen

göçünce, yerine bir başka muhteremi getirirler. O da “

Tweetleri 5'e katlayın, Allah onların alayının belasını versin, gübre olsunlar

” falan der. Herhangi bir

Hakan Şükür

çıkıp da, “

Efendim birileri Türkiye'de hâlâ beddua diyorlar

” derse, “

Ben kendimden mi konuşuyorum,

dün gece

rüyam
da Hocaefendi'yi
gördüm

” der, olur biter.



Demem o ki, b
öyle
“Ş
ükür”ler
oldukça böyle “Gülen”ler her zaman bulunur
.


NOT 1:

Tuncay Özkan

'la hastalığı vesilesiyle konuştuk. Benim kaldığım hücreden canlı olarak bir ben çıktım, dedi. İçim nasıl acıdı anlatamam.

Paralel yapı

sadece bu insanlara zulmetmedi, bu zulmü sahip olduğu medya düzeneği ve algı yönetimiyle öyle manipüle etti ki, maalesef bu korkunç zulme hakkıyla karşı çıkamadık. Karşı çıkınca da “

Yeşil Ergenekon

” damgası yemek işten değildi. Zaten o dönemde abimi de tam bir yıl boyunca hücreye kapatan aynı yapıydı.



NOT 2:

Atasoy Müftüoğlu üstadımızdan

öyle bir taziye mektubu aldım ki inşirah buldum. Allah eksikliğini vermesin. Dünya durdukça durası duaları yeryüzünden eksik olmasın. Allah ondan ebeden razı olsun. Bu vesileyle,

Sayın Bülent Arın

ç'a, her zaman yanımızda olan değerli sanatçı abimiz

Ulvi Alacakaptan

'a, Sabah gazetesi yazarlarından

Mahmut
Övür

dostuma, Türkiye'nin dünya çapındaki kardiyoloğu güzel insan

Prof. Dr. Ömer Göktekin

'e,

Recep Yeter

'e,

Ersin Çelik

'e ve daha önce burda adlarını zikrettiğim veya zikredemediğim herkese taziyelerinden ötürü tekrar teşekkür ederim.




#Fazıl Say
#Atasoy Müftüoğlu
#Parael yapı
#Pensilvanya
#Kirli Hesaplar Çarşısı