Tek ayaküstünde yakalandın evladım çık dışarı

04:0029/08/2016, Pazartesi
G: 13/09/2019, Cuma
Salih Tuna

Rüyanızda göremeyeceğiniz makamlara, mevkilere geldiniz. Birçoğunuza da Allah, “
yürü ya kulum
” dedi; siz de maşallah, dörtnala koştunuz.


Öyle hızlı koştunuz ki, ayaklarınız altında kalan, hatta çiğnediğiniz mustazafların farkına bile varamadınız.



Durduramıyorduk; mütemadiyen koşuyordunuz.



Koştukça da değişiyordunuz. Değiştikçe de çiğnemeyeceğiniz hiçbir değer kalmıyordu.



Her gün inen ayet mesabesindeki ölümden de ibret almıyordunuz. Dahası, cenazelerde bile “

piyasa

” yapmaya başlamıştınız.



O kadar ki, “

bunlar bu hızla giderlerse, mevtayı musalla taşında unuturlar

” diye korkmuştum.



Milovan Djilas

'ın kavramlaştırdığı “

Yeni Sınıf

”ın yeni dallamalarından biri bir gün bana, “

Sen de hiç deşmemişsin yav!..

” demişti; ben de, “

Ne kadar değiştiğinizi anlayabilmeniz için bizim gibi 'değişmezlere' de ihtiyaç var…

” karşılığını vermiştim.



Umre

'de iş bağlamaya kalkışacak kadar tozutmuştunuz. Bu hallerinizi, 2008'de bu köşecikte dercetmiştim. (29 Ağustos 2008, Yeni Şafak)



Gitgide daha kötüye gittiniz.



Kazandıklarınızın muhafızlığını yapmak “

muhafazakarlığınızın

” hülasası olmuştu.



Bu gidişle an gelecek, “

davanızı

” da liderinizi de satacak kadar kendinizden geçecektiniz.



Yazık ki yazık, öyle de oldu.



***



Sayın Erdoğan

2011'den itibaren yeryüzünde hiçbir liderin maruz kalmadığı kadar korkunç bir psikolojik harbe maruz kalmıştı.



O kadar ki, ailesinin tüm fertlerine varıncaya değin kişilik katline uğratıldı. Zaten, 1999'daki

Pınarhisar Cezaevi

'nden 2011'e kadar, suikast girişimi dahil birçok badireyi atlatmıştı.



Başlarda, Erdoğan'ın yanında durdunuz. Hatta, daha fazla yanında durma yarışı uğruna, nerdeyse birbirinizi ezecektiniz.



İşleriniz de tıkırında gidiyordu maşallah.



Gezi tertibi

” başta olmak üzere, dahili ve harici algı operatörlerine karşı, 17 – 25 Aralık 2013'e kadar da sağlam durdunuz.



İçinizde, “

mesaj alındı

” diyerek mendil düşürenler olmadı değil. (Bu nedenle Ahmet Altan'ın Taraf'ında, yani, FETÖ'nün kripto yayın organında, manşetlerden alkışlandılar; bununla da kalmadı, kamuoyu anketleri marifetiyle adeta nirvanaya ulaştırıldılar.)



Gelgelim, “

onlar bizi bağlamaz

” deseydiniz, kimsecikler size bir şey diyemezdi.



Ne zamanki, 2013 sonrası FETÖ ile kora kor mücadele başladı, hepinize bir haller oldu; onlardan pek farkınız kalmadı.



Ne oldu, neden böyle oldu; gelinler mi aldınız, damatlara mı geldiniz? Yoksa tavuklarınız birbirine çoktan karışmıştı da bizim mi haberimiz yoktu?



Belki de, FETÖ'nün de bağlı olduğu “

üst akıl

”a başka silsile veya rabıtayla intisap etmiştiniz, bilemiyoruz.



Bizim bildiğimiz şudur: Erdoğan seçilmiş cumhurbaşkanı olarak

Beştepe

'ye çıkınca, eliniz ayağınız oynamaya başladı.



Hatta…



İçinizden birileri ipten kazıktan kurtulmuşçasına, Erdoğan'ın arkasından acayip kulisler çevirmeye başladı.



***



Bu ülkede her seçimi kaybeden

Kılıçdaroğlu

'nun liderliği tartışılmadı ama 1994'ten beri girdiği her seçimi kazanan

Erdoğan

'ın liderliği tartışılmaya başlandı.



Açıktan açığa değil tabii; gayet sinsice!



Evvela “

liderliği

” troyka misali üçe ayırdılar; “

yürek

”, “

akıl

,” “

bilek

” dediler. “

Yüreği

” Erdoğan'a lütfedip “

aklı

” ve “

bileği

” kendilerine aldılar.



Komik ama gündüz gözüyle yapılan buydu.



Sonra, Erdoğan'a “

efsanevi lider

” demeye başladılar. Öyle coşmuşlardı ki, “

onursal başkan

” demelerine ramak kalmıştı.



Özgül ağırlığını

” Erdoğan'ın yanında durmaya borçlu olan bir muhterem, “

içimdeki sevgi azalmış olabilir

” diyerek, Erdoğan'ın karşısına geçme egzersizleri yapmaya başlamıştı.



Vaktiyle “

içindeki Erdoğan sevgisiyle

” yanıp tutuşan bir başka muhterem de, “

Reis otur oturduğun yerde, işimize karışma, keyfimizi kaçırma

” yollu cart curt etmişti.



***



“Restorasyon hükümeti” kurabilmeleri için

Sayın Cumhurbaşkanımızı

Beştepe'ye “hapsetmeleri” gerekiyordu.



Böyle düşünüyorlardı.



İçlerinden en aklı başında olanlardan biri, “

Beştepe'yi boşalt

” diye yazacak kadar ileri gitti. (Fetullah Gülen'in kendisine aldığı evi o boşaltabilecek mi bakalım? Hüseyin Gülerce'nin mezkur ev iddiasını henüz yalanlamadığı için soruyorum.)



Üst akıl yok

” diye diye “

aklını yele veren bilge

” de, “

AKP - CHP restorasyon hükümeti kurulsaydı, 15 Temmuz darbe kalkışması yaşanmazdı

” diyebildi.



Rahmetli felsefe hocam

Buud Hayri Bey

olsaydı, “

tek ayaküstünde yakalandın evladım, çık dışarı

” derdi.



Bizim böyle diyecek halimiz yok.



Fakat şuncağızı söylemeden geçmeyelim: “

A
dı ekmel

,

iman-ı
ekmel

,

ihsân-ı
ekmel

,

ihlas-ı
ekmel

” olan kişi cumhurbaşkanı seçilseydi de hiçbir şey olmayacaktı.



Zira, 15 Temmuz kalkışmasıyla hedeflenen, ağrısız pansumansız gerçekleşmiş olacaktı.



Sayın Erdoğan

'ın 15 Temmuz darbesinin ardından “

gittikçe diktatörleştiğini

” söyleyen

Henri Barkey

ile15 Temmuz akşamı

Büyükada

'daki toplantıya katılan köşe yazarının yazdığı gazete vardı ya, işte o gazetede kalem oynatan “türbanlı köşe yazarı” da, tıpkı

Cemal Hasan

gibi, “

Erdoğan 2011'den sonra diktatörleşti

” ifadelerine yer vermişti.



Lafın düzünü edelim: Mahut lakırdılar nihayetinde

15 Temmuz işgal girişimine

zemin oluşturmaktan öte hiçbir anlam taşımıyordu.



Diyeceksiniz ki, milletçe bir olmaya, birlik olmaya çalıştığımız şu dönemde, “

Erdoğan düşmanı AKP'li fırıldaklarla

” veya “

siyaset hırsızlarıyla

” uğraşmanın, bir başka ifadeyle, 15 Temmuz öncesi defterleri açmanın manası ne?



Tamam, açmayalım eski defterleri. Tamam, milat olsun 15 Temmuz. Tamam, şairin dediği gibi, “

ihanet bir bilmecedir

” deyip geçelim, fazlasını söylemeyelim.



İyi, güzel, tamam da…



Sayın Erdoğan

'ın yanında duran yazarlara neden sinsice vuruyorlar hâlâ?



Neyin hesabını görüyorlar?



Cumhurbaşkanımızın yanında duran yazarları itibarsızlaştırmaya çalışmakla, nihayetinde, kimin itibarına saldırmış oluyorlar?




#Cemal Hasan
#Milovan Djilas
#FETÖ