Tarık Akan’ın Hakan Şükür’den farkı

04:0030/08/2016, Salı
G: 13/09/2019, Cuma
Salih Tuna

Biriyle hiç tanışmadım; diğeriyle,
AK Parti
'nin biri iftar olmak üzere iki toplantısında karşılaştım.


Biri, evet,

Tarık Akan



Biz

Yeşilçam

'da toz yutmaya başladığımız dönemde elini ayağını piyasadan çoktan çekmiş, tabiri caizse emeklilik yıllarını yaşıyordu.



Star olanlar için çok zor bir dönemdir bu! Gördüm, şahit oldum da onun için diyorum.



Bir dönemin yıldız aktörlerinden (nerden baksanız 100'ü aşkın filmde başrol oynamıştı) biriyle 90'lı yılların başında film çekimi için

Kıbrıs

'a gittiğimizde, bir ara bana dönüp, “

Salihciğim, Yeşilçam'ın o eski günleri tekrar geri gelir mi, ne dersin?!

" şeklinde öylesine özlemle sormuştu ki, ne zaman aklıma gelse içim yanar.



Bu soruyu bana sorduğunda senede iki elin parmakları kadar bile film yapılmıyordu.



Şimdi çok şükür, sektör çok hareketlendi.



Ne ki, bana mezkur soruyu soran aktör (Hayır, adını veremem, çünkü rahmetli oldu; bu anekdotu aktarmamdan hoşnut olmaz belki. Yaşamadığı için de “hakkını helal et" diyebilme şansım yok.) Yeşilçam'ın yılda 100'ü aşkın film ürettiği döneme hasretini dile getirmiyordu.



Bambaşka bir şeyin, belki kendisine bile itiraf etmediği şeyin hasretiydi sormak istediği.



Yeşilçam'ın o eski günleri

, onun yıldız olduğu, sokağa çıktığında herkesin çığlıklar atarak üzerine koştuğu, her sözünün her hareketinin olay olduğu, hülasa, “

biriciklik hissini

" doruklarda yaşadığı günlerdi.



Oysa o günler çoktan geçip gitmişti. Bir daha geri dönmemek üzere hem de!



Nasıl demişti üstadımız

Necip Fazıl

“Geçen dakikalarım" şiirinde: “

Kimbilir nerdesiniz, / Geçen dakikalarım / Kimbilir nerdesiniz? / Yıldızların, korkarım, / Düştüğü yerdesiniz; / Geçen dakikalarım…

"



Şöhret basamaklarından tepetaklak yuvarlanmayı kabullenmek çok zordur.



Ve, şöhret olmanın bedeli bu dünyada ödenmeden ahiret yurduna göç yoktur.


Bu durum çocuk yıldızlar için çok daha dramatik, çok daha yakıcıdır.



Zira onlar büyüdükçe şöhretleri küçülür küçülür ve yok olur. Çocuk yıldızlar için de yetişkinler için de felaket zordur.



Hepsinde çok büyük bir boşluk duygusuna neden olur.



Tarık Akan

da sanırım bu boşluğu doldurmak için son derce paçoz siyasi çıkışlar yaptı.



Yani, en kolayını seçti.



Oturmuş yüz ifadesiyle karakter oyuncusu olmayı veya yönetmenliği falan deneyebilirdi.



Galiba yetenekleri sınırlıydı; haddini bildi, boşa kürek çekmedi.



Nasılsa, politik çıkışlar için ne yetenek ne de haddini bilmek gerekiyordu. Rahatlıkla kaptırıp gidebiliyordunuz.



Hele hele halkın çok duyarlı olduğu konularda, adeta sinir uçlarına vururcasına şavulladınız mı, şappadak gündeme oturabiliyordunuz.



Tarık Akan

da öyle yaptı.



Dindarlara, muhafazakarlara hakaret etmek için bir şeyler bulup buluşturup dillendirdi. Hiçbir şey bulamazsa önüne koyulan, “

Başörtüsü Suç

" bildirisine imza attı.



Hem

12 Eylül

'den şekvacı olduğunu bir kitapla anlatmaya koyuldu hem de 12 Eylül anayasasının yerine yeni bir anayasa yapılmasına şiddetle karşı çıktı.



Darbeler arasında tefrik yapmakla da kalmadı; “bizim darbemiz" diyerek kimi darbeleri sonuna kadar savundu. Asker emeklisi babası diyormuş ki; “

27 Mayıs bizim darbemizdir; 12 Mart ve 12 Eylül ise onların (ABD) darbesidir...

"



Halbuki tüm darbeler ABD darbesidir.



FETÖ'nün “

Yurtta Sulh

" çetesi bile uluslararası anlaşmalara (her şeyden evvel de ABD'ye ve NATO'ya) bağlı kalacağına hassaten vurgu yapmıştı.



Tarık Akan 2013'ten sonra da FETÖ'nün ürettiği tüm malzemeleri maalesef tüketenlerden olmuştur.



En son olarak da, PKK terörüne karşı sınır ötesi harekat tezkeresinin

Meclis

'ten geçmesine karşı çıkan bir bildiriye imza atmış,

Perinçek

tarafından, “

Cenap Şehabettin

" benzetmesine müstahak olmuştu.



***


Hakan Şükür

'ün futbolculuğu döneminde ünü ülke sınırlarını aşmış,

Ortadoğu

'dan

Balkanlara

kadar ötekileştirilenlerin kahramanı oluvermişti.



Saygılı, efendi, ve bir de çok duygusaldı.



FETÖ mensubu olmakla kendini de yakınlarını da mahvetti.



Hakan Şükür'ü kim bu hale getirdi

" (

) başlıklı yazımda şöyle demiştim: “

Hakan Şükür'ün düştüğü bu hal bana Rakel Dink'in eşi Hrant Dink'in ardından yaptığı o muhteşem konuşmadaki, 'Bir bebekten katil yaratan karanlığı sorgulayalım...' ifadesini hatırlattı

…"



İstedim ki,

Hakan Şükür

de nerden nereye geldiğinin nefs muhasebesini adamakıllı yapsın.



Yapmadı…



Tam aksine mezkur yazımdan dolayı gitti beni mahkemeye verdi.



Ne oldu peki?



Hakan Şükür

tastamam yaşayan ölüye döndü. Milyonların kalbinde yaşayan, milyonların duasını alan bir futbolcu, bir şarlatanın gönlüne girmek için dünya ve ahiretini mahvetti.



***


Tarık Akan

'ların savunduğu “

28 Şubat süreçleri

" Hakan Şükür'lerin zemini oldu.



Zaten bu zeminler için bu “süreçler" çalıştırıldı.



Tarık Akan

'ların despot kafa yapısı olmasaydı, “

merdiven altı din anlayışı

" neşv ü nema bulmayacaktı.



Uzun lafın kısası, biri diğerini üretti.



Hakan Şükür

'ün örgütü,

Ergenekon

ve

Balyoz

günlerinde, “

askeri vesayete karşı

" güya demokrasiyi savunuyor, darbelere karşı güya amansız mücadele ediyordu.



Ne oldu?



Bizzat kendileri 15 Temmuz'da tarihin en pespaye en alçak darbe kalkışmasını yaptılar.



Tarık Akan

derseniz, bu ülkenin başbakanını,

Adnan Menderes

'i asan darbeyi hâlâ “

bizim darbemiz

" diyerek bağrına basabiliyor.



Yine de…



Tarık Akan'ların “

hacı hoca takımı

" diye aşağıladıkları veya “

mürteci

" diye ötekileştirdikleri o dindarlar, hastalığını öğrendiklerinde, iyileşmesi için dua etmekten imtina etmezler.



Tarık Akan'a en içten şifa dileklerimle şunu söylemek isterdim: Keşke hep o

Adile Naşit

'li filmlerle kalsaydın.


#Tarık Akan
#Hakan Şükür
#Yeşilçam
#FETÖ
#28 Şubat