Suya Düşen Akıllar ve İsrail anlaşması

04:0028/06/2016, Salı
G: 13/09/2019, Cuma
Salih Tuna

Teknoloji çok ilerlemişti; memleketi, derin devlet mesabesindeki “
Feridun
” adlı ana bilgisayar yönetiyordu.


Yönetiyordu, demeyeyim de, gizli açık tüm bilgiler Feridun'da toplandığı için başkan onun ağzına bakıyordu, diyeyim.



Yanlış duymadınız, başkan, dedim. Zira, Türkiye çoktan “

başkanlık sitemine

” geçmişti.



O değil de, Feridun acayip gelişmiş bir bilgisayardı.



Günün birinde başkanın yurtdışından dönen kızına ilk görüşte aşık olmuş, aşkına karşılık alamayınca da kimi hassas devreleri felaket yanmıştı.



Kısmi devreleri yanık Feridun da dezenformasyonun tillahına soyunmuş, uzun lafın kısası,

ahir zamanlar darbesi

yapmıştı.



Başkanın da koltuğunu korumak için “

memlekette herkes delirdi

” şeklindeki dezenformasyona inanmaktan başka çaresi yoktu. “

Herkesin deli olmayı seçtiği ülkede akıl ne işe yarar

” düşüncesiyle bilinçli bir şekilde deliliği seçmek zorunda kalmıştı.



Olan da, her şeyden habersiz, iki güzide astronotumuza olmuştu.



Mili bir görev için

Ay

'a çıkmışlardı. Bizden evvel Ay'a çıkan

Yunanistan

'la rekabet etmek için

Kuzey Ay Cumhuriyeti

'ni ilan edecekler, ay yıldızlı bayrağımızı oraya dikeceklerdi.



Yazık ki yazık, bayrağın sapını Türkiye'de unutmuşlardı. Ay'da sap bulmak da, takdir edersiniz ki, imkânsızdı.



En kötüsü de, unutulmuşlardı.



Memleket bambaşka bir gündemle kavruluyordu.



İletişim ağlarının bağlı olduğu Feridun bozulduğu için de Türkiye'yle irtibatları tümüyle kesilmişti.



Kelimenin tam anlamıyla Ay'da mahsur kalmışlardı.



Son çare olarak bağlı oldukları uzay üssüne ulaşmışlardı ama talihsizlik yakalarını yine bırakmamıştı.



Çünkü özelleştirme furyasıyla el değiştiren uzay üssünün yeni patronu uzay çalışmalarından randıman alamadığını söyleyerek uzay üssünü oto yıkamaya dönüştürmüştü.



Yıl

2150

'ydi.

Avrupa Birliği

çoktan dağılmış,

Hindistan- Mançurya Birliği

'nin kapısında 50 yıldır bekletiliyorduk.



Biz daha fazla beklemeye tahammülümüz kalmadı derken, Allahsız Mançuryalılar, daha çok beklersiniz diyorlardı.



Söz konusu oyunumun adı, “

Suya Düşen Akıllar

”dı.

Afife Jale

'de

2004

'te seyirciyle buluşmuştu.



Geçen gün Birol Küle arkadaşım,


Brexit

dolayımında bu oyunumu hatırlattı.

AB

'nin biz girmeden dağıldığını anlatan sahnede de seyircinin baştan sona kahkahalarla tepki gösterdiğini ilave ettikten sonra, “

İşte oldu!

” dedi.



Evet, oldu.



Mizah veya fantezi değildi sadece, Avrupa Birliği'nin dağılacağını gerçekten de öngörüyordum.



Avrupa'nın iç sorunlarını, ulus devlet finans kapital kapışmasını,

ABD-AB

rekabetini, Avrupa'nın ötekine karşı kadim tavrını, bencilliğini, güce tapıcılığını az çok biliyordum. (Sırplar, Avrupa'nın ortasında Boşnakları katlederken kıllarını kıpırdatmamışlardı. Fakat ABD, Irak'a “demokrasi götürürken” leş kargaları gibi ABD'nin peşine takılmışlardı.)



O yaldızlı insan hakları retoriklerinin de göçmen korkusu altında nasıl kaldığını gördünüz işte.



Hiç değişmediler.



Maalesef hiç değişmeyecekler de!



Sezai Karakoç

üstadımız bu değişmeyen çirkin yüzlerini çok iyi bildiği için taa 1960'lı yıllardaki “

Sütun

”larında işgalcilerimizin geri geleceklerini öngörmüştü.



Bütün mesele hiç değişmeyen bu “

tek dişi kalmış canavar

” yüzlerini görmekten ibaretti.



Sevgili

Ulvi Alacakaptan

abimiz bir defasında, “

Kara Geceler Efendim

” (1987) adlı kabare oyunumu kastederek, “

yıllar öncesinden bugünü yazmışsın,

” demişti.



Ulvi Alacakaptan ve rahmetli

Hasan Nail Canat

'ın kurduğu Birlik Sahnesi'nin

1987

'de yurtiçi ve yurtdışında yüzlerce kez sahnelediği mezkur oyunumda yer alan bir ''epizotta'', ABD ile yaptığımız

Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması

(SEİA), hicvediliyordu. Amerika'nın bölgeye yerleşerek, bölge halklarını birbirine kırdıracağına işaret eden ''koro'' şöyle sesleniyordu: “

Siz bölgeye/ Biz savaşa/ Olduk mu tam sömürge…



Bütün bunları, “

Bakın bakın, ne kadar ileri görüşlüymüşüm…

” yollu kendimle dalga geçmek veya budalalık etmek için nakletmiyorum.



Dediğim şudur: İşgalcilerimizin makyajı kamuflajı değişse de cibilliyeti/ emelleri hiç değişmemiştir.



Sezai Karakoç, “

Suriye tuzaktır

” derken de müneccim değildi. Hiçbir özel istihbaratı da yoktu.



Ben de Suriye konusunda ilk günden beri feveran ettim. Karşılığında mobbing gördüm, tehdit edildim.

Rusya

'yla barışalım dediğimde de hedef gösterildim. (Rus uçakları düşürüldüğü gün bunun Erdoğan ve Putin'e operasyon olduğunu yazmıştım.)



Mesele

Rusya

veya

katil Esat

değildi. Keşke Esat devrilseydi, keşke İran mezhepçilik yapacağına mazlumlardan yana olsaydı.



Lakin mesele “keşke” meselesi değildi, olacakları öngörmek gerekirdi. Bu da hiç zor değildi.



Birazcık jeopolitik okuma, birazcık güç dengesi analizi, birazcık da değişmeyen çehrenin tuzağını görmek iktizâ ederdi.



İsrail'le yapılan anlaşmaya da böyle bakmak icap eder.



Madem ki Filistinliler söz konusu anlaşmadan memnundur ve madem ki paralelci zevat şappadak cıyaklamaya başlamış, “

Erdoğan antisemittir, sakın ona inanmayın, anlaşma yapmayın

” tweetleriyle Irkçı Siyonist çevrelere jurnale giriştiler, bu böyledir.



Gidişat iyidir.




#Avrupa Birliği
#İsrail anlaşması
#Zaşkanlık sitemi
#Ulvi Alacakaptan
#Sezai Karakoç