Bu ülkede
'a,
cart curt edersen veya “
” olursan anında keşfedilirsin yoksa allame-i cihan olsan
mahallesi duymaz.
'tan
'e kadar birçok sanatçı, aydın hep bu nedenle yok sayıldı.
“
” sahibi olmanın bedelini her şeyden evvel korkunç bir “sıkıdenetime” maruz kalmakla ödediler.
bile İletişim Yayınları marifetiyle okurlara ulaşmasaydı, kuvvetle muhtemel, hâlâ aynı muameleye tabi tutulacaktı.
da yıllar yılı gazetemiz
'ta köşe yazdı,
kitaplar yayımladı.
Lakin…
Çok sesli, çok renkli, çok açık zihinli olduğunu, tek bir sese kapanmadığını iddia eden malum mahalle duymadı, duyurmak istemedi.
Sonra ne olduysa, nasıl olduysa evvela Yeni Şafak'ta yazmamaya başladı, sonra da (özellikle Gezi hadiselerinden sonra) birden büyük filozof katına yükseltildi.
O kadar ki,
tarafından bile keşfedilmiş, öve öve bitirilememişti.
Şunu artık tartışamayız:
Bu ülkede sıkı entelektüel olmak, dünya çapında eserler vermek iltifata mazhar olmak için yetmiyordu, bi şekilde İslamcılara lagaluga etmek şarttı.
***
'nun
'ın da sitayişle bahsettiği uzun bir röportajı yayımlandı.
Bana sorarsanız sadra şifa bir şey yoktu.
Türkiye'de “
” deyince neyin akla geldiğini bildiği, bilmesi gerektiği halde gereksiz mugalata gayreti, İslamcılığın nasıl bir çığlık olduğuna tanıklık ettiği halde “
adına İslamcılık denen içi boş tepkiselliğin
” şeklindeki infazı, duvar diplerinde yıllar yılı tartıştığımız “dinin tarihsel yorumlarının” eleştirisi falan işte.
Gerçi sorular da pespayeydi.
Mesela, “
Ciddi psikolojik travmalar yaşatıldı topluma. Kabataş'ta bir kadına cinsel taciz iddiaları vs. Bu tür yalanlara muhafazakârlar neden tepki vermiyor?”
şeklinde bir soruya maruz kaldı.
Filozofumuz da aynı “
” hakkında hem “
” hem “
” yargısının yer aldığı bu soru dâhil, hemen hemen tüm sorulara ihtiyaca uygun cevaplar verdi.
Gelgelelim, öyle bir şey söyledi ki,
'ü bile heyecanlandırdı.
Dünkü yazısında, “
ağzından baklayı çıkar da kimseye yaranamadığım fabrika ayarlarından tekrar çıkmaya vesile bulayım
” dercesine fişteklemeye çalıştı.
Nasıl mı?
Şöyle: “
Bu hafta Pazar Hürriyet'te, Çınar Oskay, Dücane Cündioğlu'na soruyor: 'Aktif siyasete katılmayı hiç düşündünüz mü?' Muhafazakâr yazarın cevabı çok ilginç: '1933'te Heidegger'in yaptığı tarihsel yanlışa benzer bir yanlışı yinelemek bana göre değildi, özellikle uzak durdum. Ben bir düşünce adamıyım, sadece ülkem adına düşünüyorum, insanlık adına. Aktif siyaset benim işim değil.' Varoluşçu Alman filozof Martin Heidegger, 1933'te Alman Nazi partisine üye olmuş ve rektör seçilmişti. Merak ettim. Cündioğlu, Heidegger'in Nazi hatasına düşmemek için acaba hangi partiye üye olmayı reddetmiş…”
***
merak ettiğini söylediği partiyi domuz gibi biliyor, bilmese zaten merak etmez.
Şayet Dücane'nin,
geldiğini ve bu uğurda yıllarca mahpus damında yattığını bilse ve bundan hareket ederek MHP'yi kastetmiş olabilir kuşkusuna kapılsa inanın bu soruyu sormazdı.
Dücane biraderimizin de kendisini
e nispet etme şekli çok ilginçmiş.
Böyle ilginç bir arkadaşım vardı…
İlerlemiş yaşına rağmen
'da felsefe doktorası yapıyordu. Bıraktı. Nedenini sordum, “
, “Nietzsche gibi delirmekten korkuyorum.” (Malumunuz, Nietzsche 44'ünde çıldırmıştı.)
Ben de, keşke kendini
'a nispet etseydin, dedim. Küstü. O günden beri de benimle konuşmuyor. Artık ne anladıysa, ben anlamadım. Küsmek yerine, intihar etseydi, anlardım.
Yine de kendimi suçlu hissediyorum; keşke
'ı örnek verseydim.
Delirme korkusu yerine, insanların bana bakarak saatleri ayarlamaları
vebalini kaldıramam, der, en fazla ömür boyu evinden çıkmazdı.