Müdür bu ne ve Halit Akçatepe ve kevaşe

04:004/04/2017, Salı
G: 17/09/2019, Salı
Salih Tuna

Müdürün ipten kazıktan kurtulmuş bir milletvekili geçen gün “
evet
” oyu verenleri denize dökeceklerini, ondan sonra da
Samsun
'a çıkıp
Amasya
'ya falan gideceklerini söyledi.


Bu açık seçik tehdit üzerine savcılık harekete geçti.



Halbuki, öncelikle

Müdür

harekete geçmeli, lanlı lunlu konuşan o milletvekilini partisinin disiplin kuruluna sevk etmeli değil miydi?



Öyle ya…



Madem referandum stratejisini “

kuzu postuna bürünmüş

” modunda sürdürüyor, “

halkı kin ve düşmanlığa tahrik eden

” o milletvekiline bir çift söz söylemesi gerekmez mi?



Müdür neden susuyor?



Daha doğrusu, neden korkuyor?



O milletvekilinin kendisini savunmak sadedinde, “

Referandumda evet oranı yüzde 98 çıksa da bu bizim için geçerli olmayacak… Böyle bir başkanlık sistemini bu ülkede kan dökmeden gerçekleştiremezsiniz...

” gibi sözlerini (Müdüre) hatırlatmasından mı çekiniyor?



***


Yıllar önce

Hermann Hesse

'nin “

Bozkırkurdu

”na benzeyen bir adamın birdenbire “sosyalleşmeye” karar verip işini ararken eşini bulmasını anlatan bir “metin” yazmıştım.



Merhum

Halit Akçatepe

çok heyecanlanmış, “

Bunu bana 'stand up' yapacağım şekilde genişletir misin?

” demişti.



Heyecanını hiç kaybetmeyecek kadar da coşkulu bir insandı.



Mültefitti.



Tuncay Özinel

'den

Kemal Sunal

'a kadar fakiri sitayişle tanıştırmıştı. (Bu arada, Ertem Eğilmez'den Kemal Sunal'a kadar hâlâ gün yüzüne çıkmamış birçok anısını fakire anlatmıştı.)



Gelgelelim, ne o “stand up”ı ne de üzerinde konuştuğumuz

Tuncay Özinel

ile birlikte oynayacakları oyunu yazdım.



Bunun mahcupluğuyla da uzaklaştım.



Bana, hep gizlenerek yaşıyorsun, derdi.



İçtendi, sevgi doluydu, ve inançlı bir adamdı.



Bir defasında prodüksiyondan bir arkadaşa adak kurban kesmesi için para vermiş, etini de

Eyüp Sultan

'da garibanlara dağıtmasını söylemişti.



Rahmet dilerim.



***


Yılmaz Özdil

, “

Güdük Necmi

” başlıklı geçen günkü yazısında hem

Halit Akçatepe

'yi hem de

Hababam Sınıfı

'nın müellifi

Rıfat Ilgaz

'ı anarak, “

Fırlaması şapşalı, şehirlisi köylüsü, zengini fakiriyle, toplumun tüm katmanları vardır Hababam'da. / Sadece kim yoktur? / Din bezirganı…

” dedi.



“Din bezirganı” dediği de kendi ifadesiyle “Bademler”di. (Bu ifadeyle AK Partilileri kastettiği hepinizin malumu.)



Peki neden yoklar?



Yılmaz Özdil'in cevabı şu: “

Bademler, Amerikan tezgahı 12 Eylül darbesinin eseridir…



Eh be kardeşim, bu yazının neresini düzeteyim?



“Bademler, Amerikan tezgahı 12 Eylül darbesinin eseri” olduğu için mi

12 Eylü

l'ü ve

Kenan Evren

'i yargıladı?



Onun için mi

ABD

'sinden

Avrupa

'sına kadar tüm müstevliler ölümüne onlara karşı?



Onun için mi ABD taşeronu o “

kevaşe örgütün

” 15 Temmuz darbe teşebbüsüne tankların önüne yatarak direndiler?



Din bezirganı

” arıyorsan,

17 – 25 Aralık 2013

'ten beri ürettiği malzemeler üzerinden algı operasyonu yaptığınız o

kevaşe örgüte

bakacaksın.



Badem

” arıyorsan da 15 Temmuz'da Fransa'da olan patronuna bakacaksın. O kevaşe örgütün evlerinde yetişen patronuna…



Sakın bana “

patronumun badem bıyığı yok ama

” deme! Ona bakarsan o kevaşe örgütün kriptolarında da “badem bıyık” yoktu.



Öcalan'ı sorgulayan emekli

Albay Hasan Atilla Uğur

bak ne demişti: “

Evlerine gidiyoruz, kapıda Mustafa Kemal Atatürk posterleri. Bakıyorsun rakı içiyorlar. Öyle bir takiyye içindeydiler ki, fark edilmeleri çok zordu. İnanılmaz bir örgüttü…



Demem o ki, şekle takılıp kalırsanız daha çok “

şaban

” yerine koyulursunuz.



Bak kardeşim…



AK Partililer, 12 Eylüllerden değil, Mustafa Kemal'e 21 Nisan 1920 tamimini yazdıran mana ikliminden neşet etti.


Milli Mücadele

'yi başarıya ulaştıran o mana ikliminin kökü kesilmek istendiği için de o mananın simgesi mesabesindeki kahramanlara ne romanlarda ne de filmlerde yer verildi.



Dindar karakterler

” müstekreh şekilde yansıtıldı sadece.



Zaten Türk sinemasında “

Allah

” demek bile neredeyse yasaktı. Tanrı denirdi. Allah da denilirdi ama, “

Allah baba

” demek koşuluyla. (Fetullah'ın “dinler arası diyalog” kepazeliğinin kökleri tee o vakitler atılmaya başlanmıştı.)



Bakınız müstear isimle birçok senaryoya imza atan

Attila İlhan

vaktiyle nasıl isyan etmişti: “

Filmlerde ezan olamazdı. Mevlit olamazdı. Cenaze sahnelerini, dini merasimleri gösteremezlerdi (…) Bizim sansür kurulumuz ezanı yasak ediyor, namazı yasak ediyor. İyi de biz yıllardan beri Amerikan filmlerinde kiliseleri görüyoruz. Ayinleri görüyoruz, çanlar çalıyor, mezarlarda definler yapılıyor, dualar ediliyor, nikahlar, kilisede yapılıyor. Bunların hepsini seyrediyoruz. Gavurlara izin var da, Müslüman olduğumuz için bize mi yok? (…) Burası, Müslüman memleketi. Gavurun filminde her çeşidini seyrediyorsun dini hareketin ama bizimkinde yok…



Yani güzel kardeşim, o filmlerde o romanlarda olması gerekenin olmaması hiçbir şeyi değiştirmez.



Bademler

” diye aşağılamaya çalıştığın o insanlar bu memleketin ta kendisi olduklarını, 15 Temmuz işgal girişimine “ölümüne” direnerek bir kez daha kanıtladılar.



Zaten müstevliler de bunun için bu insanların liderine bu kadar düşman.



NOT 1:

Şayet yerimiz müsait olsaydı,

Hababam Sınıfı

'ndaki Ahmet karakterinin (Ahmet Sezerel) neyin simgesi olduğu üzerinde durmak isterdim.



NOT 2:

Dünden kalan mevzumuzu unutmadım. Arada kaynamasın diye bir sonraki yazıya erteledim.


#Halit Akçatepe
#ABD
#Avrupa
#17/25 Aralık
#AK Parti