Erdoğan’ın yaptığı bu büyük fenalığı inkâr edemeyiz

04:0026/01/2016, Tuesday
G: 13/09/2019, Friday
Salih Tuna

Kenan Evren
'in
12 Eylül rejiminin
eleştirisi yapılırken sıklıkla “
depolitizasyon
” kavramına vurgu yapılırdı.


Yani, bilinçli bir şekilde kitleleri siyasetten uzaklaştırma politikası uygulandığı dile getirilirdi.



Gerçekten de öyleydi.



Zaten, 12 Eylül öncesinin kurtarılmış mahallelerinde etliye sütlüye karışmayanlar, “

ne sağcıyım ne solcu, sev gençliyim

” diyerek politikadan uzak durduklarını söyleyenler o tanklı 12 Eylül sabahının kazananları oldular.



Zira kovuşturmaya uğrayanlar, alıp götürülüp işkenceye yatırılanlar, bir daha haber alınamayanlar yoktu içlerinde.



Bir nevi erken dönem Acun'uydular.


Millet sağcı - solcu kamplara ayrılıp birbirini yerken, bunlar, sessiz ve derinden “malı götürme” gayreti içindeydiler.



Hani, diyorlar ya, 12 Eylül rejimi, “İslamcıların önünü açtı”; yalandır. Asıl bunların önünü açtı. Dahası, bunlar gibi olanların dışında kimseye şans bırakmadı.



Hedef (söz konusu depolitizasyon süreciyle) toplumu mankurtlaştırmaktı.



Bir toplum için bundan daha büyük felaket ne olabilirdi?



Kitlelerin politik hayvana (homo politicus) dönüşmesi mi?



Aristo

, “

insan politik hayvandır

” derken, devlet yöntemine katılma statüsüne sahip olmayı kastetmişti. Köleler yönetime katılma hakkına sahip değildi.



Zaten mankurtlaştırma da sonuç itibariyle toplumu köleleştirmek demek değil miydi?



Tüm politik kanalların sonuna kadar açık olduğu toplumlar elbette en sağlıklı toplumlardır.



Politik tıkanmanın sonu ya çatışmaya ya da sindirmeye çıkar, felaha değil.



Sindirilmiş toplumlar da doğal olarak konuşamayan toplumlardır.



Demirel

bu nedenle, “

konuşan Türkiye

” sloganıyla sahneye çıkmıştı. Lakin o konuşmuş önce başbakan, ardından cumhurbaşkanı olmuştu, millet konuşmaya kalkışınca 28 Şubat…



Kim ne derse desin, bu millet, 2002'den itibaren

Erdoğan

'la konuşmaya başladı.



Millet konuşunca…



Kürdüm dediği için hakkında kovuşturma açılan

Şerafettin Elçi

'nin adının havaalanına verilmesinden azınlık mallarının iade edilmesine, başörtüsü özgürlüğünden

Nazım Hikmet

'in vatandaşlığının iade edilmesinde kadar bir yığın “iyileştirme” gerçekleşti.



Millet özgürce konuşmayı sürdürdükçe, “

Yeniden Büyük Türkiye

” yolunda yürüyecekti.



Bu yürüyüş sabote edilmek istendi.



Bunun için de bu yürüyüşün lideri hedefe oturtuldu.



Harici ve dahili hangi odakların nasıl devreye girdiğini biliyorsunuz, tekrara lüzum yok.



Erdoğan'ın kesintisiz iktidarı, sınıfsal imtiyazlarını yitiren çevreler başta olmak üzere muhalefetin nevrotik bir hal almasına neden oldu.



Bu bakımdan, geçen yaz tedavüle sokulmak istenen “restorasyona” değil ama tabiri caizse “

politik rehabilitasyona

” felaket ihtiyaç var.



Sayın Erdoğan'ın, 13 yıllık süre içinde bir kez olsun sandıktan mağlup çıkmamakla, muhalefete çok büyük fenalık yaptığını artık inkâr edemeyiz.



En azından bir dönemcik de olsa muhalefete iktidar olma şansı verseydi, mesela, Kılıçdaroğlu'na 7 seçim yenilgisi tattırmasaydı iyiydi.



Ama olmadı.



Olmayınca muhalefette biriken “kötücül enerji” kendine akacak mecra aradı.



Gündüz gözüyle terörü desteklemenin bu mecra arayışının dramatik sonuçlarından olduğunu söylemek mümkün…



Bazen, keşke toplum bu kadar politikleşmeseydi, diyorum.



En azından bir köşe yazısını bile okuyup anlamaktan aciz olanlar politikadan uzak durmuş olurdu.



Hiç değilse küfür, linç ve kişilik katli bu denli yaygınlaşmazdı.



Felsefe hocamız Buud Hayri Bey olsaydı, bu tiplere, “

öküz oğlum sen burnunla mı okuyorsun

” derdi, biz ne desek bilmem ki.




#12 Eylül rejimi
#Kenan Evren
#Nazım Hikmet
#Şerafettin Elçi
#depolitizasyon