Ömer Lütfi
merhum, bir televizyon programında,
'la tatlı tatlı sohbet ederken,
“Keşke derin devlet olsaydı…"
demişti.
O yıllarda hemen herkes kıyasıya “derin devlet var mı, yok mu" habire tartışıyordu.
Hatta, aklımda kaldığı kadarıyla,
de,
kavramlaştırması bana ait, diyordu.
E tabii “derin devlet" iyidir, lüzumludur diyen yoktu; herkes yerin dibine batırıyordu.
Zira
öncesinin
olaylarından
katliamına kadar ne kadar melanet varsa yegâne sorumlusu gösteriliyordu.
Peki Ömer Lütfi Mete herkesten farklı olarak neden
“keşke derin devlet olsaydı"
diyordu?
veya
nin senaristini yıllar öncesinden tanıyordum. Her şeyden evvel meslektaştık. Öyle fevri çıkışların, ilginç lakırdıların peşinde değildi; oturaklı, esaslı adamdı.
Rahmetlinin “derin devletten" kastettiği
değildi. Tam aksine, eski veya yeni gladyoya (paralel örgüt) karşı mücadele etmesi gereken (tabiri caizse) “çekirdek devletti."
Bir defasında da,
“Bu ülkede yabancı ajanların elinde kelepçe görmeden rahat etmem"
demişti.
Eski ve yeni gladyoyu yabancı ajanların yönlendirdiği (taşeron kullandıkları) muamma değildi.
Ömer Lütfi Mete'nin neyi kastettiğini biliyordum ama yine de
ihtiyacından bahsetmesi karşısında irkilmiştim.
Devlet fikri bizden çook uzaktı, kaldı ki
aman Allah korusun!
'in,
Batılı fikirler arasında İslam'a en yakın fikrin anarşizm olduğu
tespitine ilk gençlik yıllarımdan aşinaydım.
Dahası, “derin devletin" yokluğuna bir Müslüman nasıl hayıflanır, diye taaccüp etmiştim.
Müslüman dediğin devrimci olurdu.
Gelgelelim, merhumun,
“keşke derin devlet olsaydı"
hayıflanması o yıldan beri aklımın bir köşeciğine takılı kaldı.
Genelkurmay eski Başkanı
Org. İsmail Hakkı Karadayı,
28 Şubat soruşturmasında mahkemede şöyle demişti:
“Bu dava merhum Erbakan hayatta olduğu süre içinde neden açılmadı…"
Ne yalan söyleyeyim, bu sözün künhüne çok sonra vardım.
Şayet Ömer Lütfi Mete'nin keşke olsaydı dediği
gerçekten olsaydı,
'da yedinci katta alınan karara
memur yazılmasına ne yapar eder engel olurdu.
Çünkü kendi halkının dinine savaş açan her ordunun, halkıyla arasında onulmaz yaralar açacağını bilirdi.
orduyla halk arasında açılan bu yaralardan yürüdü, bu yaraları araçsallaştırdı. Nihayetinde 17 Aralık'ta darbe yapmaya kalkıştı.
Zaten bu yaraları iyileştirmek bahanesiyle de
soruşturmasını başlatmıştı.
bu yaralarda üreyecek mikropları vaktinde öngörmüş, öyle de tavır almıştı.
işte bunun farkındaydı.
Ömer Lütfi Mete'nin bahsettiği devlet olsaydı
operasyon yapılmasına engel olurdu. Türkiye'yi teröre yardım eden ülkeymiş gibi dünyaya gammazlayanlara da asla müsaade etmezdi.
Vesayet medyası, İstanbul'da gündüz gözüyle
'na girip devletin namusu mesabesindeki
katledenlerin adeta PR'ını yapmaya cesaret bile edemezdi.
Hepsinin ötesinde, milli çözüm sürecini “üçüncü tarafın" sabote etmesine izin vermezdi.
Tamam, karşımızda
var, biliyoruz. Ama bu mesele bu topraklarda yaşayan herkesin meselesidir.
Türkiye'nin birliği bütünlüğü yani Türkiye'nin Türkiye'den yönetilmesi sadece bir liderin veya bir partinin sırtına yüklenemez.