Malum “yazar-çizer takımı” hiçbir şey olmamış gibi yeniden “Kürt sorunu” demeye başladı.
Zaten başka ne diyeceklerdi?!
Bu saatten sonra, “Eyvah! Laiklik elden gitti, irtica geldi” diyecek halleri yoktu ya.
Gezi gericiliği döneminde dolaşıma soktukları “her şey sandıktan ibaret değildir” heyulasını da bizzat kendileri gebertti.
Nasıl mı?
Nasıl olacak, 7 Haziran'da sandık sonuçlarına öyle sarılmışlardı ki, yeni (….) bile öyle değil.
Hiç lafı dolaştırmadan direkt söyleyelim: Gezi zekalıların hiçbir “enstrümanı” artık çalışmaz. (George Soros'un geçen günkü “Gezi'yi destekledik” açıklaması da hepten tüy dikti. Hayır hayır, “Faiz lobisi denildiğinde dalga geçiyordunuz, kimin Sorosçu çocuğu olduğunu gördünüz mü?” falan demeyin, değmez, mümkünse şefkat gösterin.)
“AK Parti yüzde 49.5 aldıysa karşısında da yüzde 50 küsur blok var” diyecek mecalleri de kalmadı.
E tabii İngiltere'de Cameron yüzde 36 ile tek başına iktidar oldu, yüzde 49.5'in nesini tartışacaksın?! Yine de bir iki gerzek çıktı, blok falan diye geveledi ama, çok ezik, çok cılız, kimse dönüp bakmadı.
Sahi, başka ne diyeceklerdi?
Atilla Taş bile “elektrikler kesildi, onun için kaybettik” demedi, onun yerine gitti CHP'ye üye oldu.
Özkök elemanı dersen, fabrika ayarlarına döndü.
HDP'ye oy isteyen Emin Çölaşan ve Bekir Coşkun tekrar Atatürkçü oldu, Sözcü gazetesi de “paralel kumpas” demeye başladı.
Ahmet Altan da ağır yenilgi içinde kıvranan “kavmine” cesaret aşılamak için olsa gerek, yüzde 49.5'in karşısına geçip gülümseyin, bakın nasıl da ödleri patlayacak dedi. (Çalışkan Koray'ın biri karşıma geçip gülümserse kaldıramam, çok korktum.)
Başka?
Büyük bir umutsuzluk içinde sağa sola çemkirdiler.
Lan bu Kılıçdaroğlu'yla gitmez, dediler. Ah ulan Bahçeli yaktın bizi, diye dizlerini dövdüler
Başka?
The Cemaat'in saçma sapan bildirilerine imza koydular.
Başka da gidecek yolları kalmadı.
Bittiler; kelimenin tam anlamıyla yolsuz kaldılar.
Haliyle yolunu bulmak için yeniden “Kürt sorununu” gündem etmeye başladılar.
İçlerinde, Erdoğan düşmanlığıyla meczup hale gelen biri geçen gün, bir an önce “masaya gelin” dedi.
Kiminle mi?
Kendi ifadesiyle söyleyecek olursak, “PKK realitesiyle!”
Hazrete göre “Kürt sorunu” aynı zamanda “PKK sorunu” demekti.
Ahmet Altan da vaktiyle böyle temellük edilmesini istemişti. Zokayı yutturmak için de “Kiminle savaşıyorsan onunla barışırsın” sözünü The Cemaat'in Taraf'ında sıklıkla dercetmişti.
Gelgelim…
Mezkur sözün, “ancak bizi dinlersen barışabilirsin” anlamına geldiğini barış sürecinde ortaya koydukları tavırla kanıtladılar.
Sadece kendilerinin sözü dinlensin istedikleri için de sadece PKK'nın muhatap alınmasını istiyorlar.
Her konuda çoğulculuktan bahseden mahut eşhasa göre “Kürt sorunu” konusunda PKK'nın dışında muhatap aramak, PKK'ya şirk koşmak mesabesindeydi.
Peki, “PKK realitesiyle” kim masaya oturacak?
Erdoğan ve AK Parti değil mi?
İyi de, hani Erdoğan demek çözümsüzlük demekti. Hani, demokrasi gelmeden barış gelmezdi.
Kaldı ki, Oslo'da o masaya gelindi, masayı devirmek için paralel yapı sızdırma faaliyetini gerçekleştirdi, neden gıkınız çıkmadı?
Kaldı ki…
Baldıran zehri içmek pahasına “barış süreci” başlatıldığında dağlara vurmadınız mı; dağdaki teröriste “silah bırakacak olmanız ağrınıza gitmiyor mu” diye sormadınız mı; Kandil'deki PKK şeflerinin önüne yatıp adeta “biraz daha savaşın” diye yalvarmadınız mı?
İstedikleri şudur:
“Kürt sorunu” kendilerini gerçekleştirecek kadar, yani, sahnenin dışına düşmelerini engelleyecek kadar gündeme gelecek ama asla çözülmeyecek!
Sorun çözülünce işleri (fonksiyonları) bitiyor çünkü.
“Kürt sorununun” çözümünde zerre miskali samimi olsalardı, 7 Haziran seçimlerinin ardından Kılıçdaroğlu vekaletiyle Bahçeli'nin başbakan olmasını hiç isterler miydi?
Nihayetinde, Bahçeli kabul etmedi.
Sayın Bağlamacıları da ellerinde kaldı.
HDP gerçekten “barış,” gerçekten “çözüm” istiyorsa her şeyden evvel bu “sorun kenesi” mesabesindeki ifsat edici yazar-çizerleri kovsun, ağızlarına bakmasın.