Zaman döngüsel olarak mı ilerliyor, doğrusal olarak mı?
Kimilerine göre zaman döngüsel olarak ilerliyor. Ancak bu döngünün tek bir yörünge üzerinde seyrettiğini kabul edersek tarihin de belli aralıklarla durmadan tekrarlandığını kabul etmek zorunda kalabiliriz. Buna bakarak kimileri de zamanın doğrusal bir çizgi üzerinde ve geriye dönüşsüz olarak geçip gittiğini ileri sürüyor. Fakat bu sefer de, şayet hareket düz (lineer) bir çizgi üzerinde ilerliyorsa galiba istinat edecek sabitelerin ortadan kalktığını kabul etmek zorunda kalıyoruz.
Bu itibarla zamanın döngüsel olarak ilerlediği kabulünü benimsemek daha makul görünüyor. Şu şartla ki, zamanın (dolayısıyla hareketin) döngüsel olduğunu kabul etmek, onun aynı sabit yörünge üzerinde hareket ettiğini kabul etmeye müncer olmamalı. Söz konusu döngünün sarmal bir hareket halinde yürüdüğü ilkesini kabul etmeli... Bu suretle hem uzay cisimlerinin birbiri karşısındaki konumunu izah edebiliyoruz, hem de zamanın tekrara düşmeden ilerlediğini...
Tekrara düşmeden... Bu demektir ki, tarihte tekerrür yok...
Ancak tarihin aynen tekerrür etmediğini söylemek onun hiçbir sabitesi olmadığını kabul etmek anlamını da taşımıyor. Aksi takdirde insanoğlu tarihi inşa edemezdi. Oysa insanın tarihi var. İnsan, bir halden başka bir hale doğru sürekli değişiyor. Sürekli kendini yeniliyor. Tarih denilen olay da onun bu kendini yenilemesi noktasında ortaya çıkıyor...
Bütün bunları şimdi niçin bir daha bilinç düzeyine çıkarma ihtiyacını duyuyorum?
Tarihte hiçbir hareket aynıyla sürüp gitmez. Aynıyla sürüp gittiği kabulü, zaten tarihin var olma şartını inkâr ve reddetme anlamına gelirdi.
Belli bir badireden geçiyorsak, bu da, bir milletin tarihinde geçip gitmesi gereken bir tarihsel kesitin cilvesi olarak kabul edilmeli. Hangi taş var ki, havaya atılsın da yere düşmesin!
İçinden geçmekte olduğumuz süreç de gün gelecek tarihin bir safhası ve sayfası olarak yaşamış olduğumuz bir geçmiş olarak tescil edilecek.
Biz insanız. Kendi irademizin hâsıl ettiği sonucu yaşıyoruz. O sonucun sorumluluğu, vebali bizim üzerimizde duruyor. Ne ki, onu değiştirmek de bizim elimizde bulunuyor.
İçinde yaşadığımız düzen, tam da bizim irade ettiğimiz düzendir. Ondan yakınmaya hakkımız olmamalı. Onu istemiyorsak, beğenmiyorsak, kendimize layık olanı seçmek üzere önümüzde duran almaşık ona “ol!” diye ferman etmemizi bekliyor.