Yoksullar ve duvarlar

04:001/02/2017, Çarşamba
G: 17/09/2019, Salı
Özlem Albayrak

Not: Bu makale yazılırken J. K. Galbraith'in Kuşku Çağı ve Z. Bauman'ın Postmodernizm ve Hoşnutsuzlukları kitaplarından faydalanılmıştır.

20 Ocak'ta resmen göreve başlayan ABD Başkanı Trump'ın ilk icraatı, mültecilerin ülkeye kabulünü sınırlandıran ve göçmen vizelerine katı güvenlik prosedürü getiren kararnameyi imzalamak oldu. Buna göre, Mülteci Kabul Programı 120 gün süreyle askıya alındı, “terörle ilintili olduğu düşünülen” Irak, Libya, Suriye, İran, Sudan, Somali ve Yemen'den gelenlerin, 30 gün boyunca ABD'ye girişleri Green Card'lılar dahil, kısıtlandı.



İslam İşbirliği Teşkilatı, nazik bir tonda yasağın aşırıcılığa karşı verilen ortak mücadeleye zarar vereceğini belirtti. Afrika Birliği'nin yaptığı açıklama ise kelimenin en geniş anlamıyla acıydı: “Köle olarak aldınız, mülteci olarak almıyorsunuz”. Bu açıklamayı okuduğumda, benim boğazıma bir yumru oturdu, kalbim buruldu diyeyim, ötesi kalsın.



Meseleye gelirsek; Trump'ın sözkonusu tavrı ilk bakışta, Müslümanlara yönelik bir ayrımcılık/ırkçılık gibi gözüküyor; ancak yeni Başkan'ın ajandası Müslümanları ABD'ye sokmamaktan ibaret değil. Trump, adaylığı boyunca, en az Amerikalılar kadar Hristiyan olan Meksikalılar'ın da ABD'ye göçünün önüne geçmek için de sınıra duvar örmekten sözetti. Üstelik kötü bir şaka gibi gözüken bu aşırı fikir, öneri olarak kalmadı; Başkan çoktan duvar kararnamesini imzaladı... Görünen o ki, mesele sadece “terör” değil, terör korkusu altında bir yabancı düşmanlığı var Trump'ta ve temsil ettiği kesimde. Yabancıların ortak paydası da yoksul olmak…



Doğru, göçler şimdiye dek hep yoksul ülkelerden zengin bölgelere oldu. Tarih boyunca zenginler de buna iyi gözle bakmadı, çeşitli bahaneler üreterek göç akımına engeller koymaya çalıştı. Sözgelimi 2. Dünya Savaşı'ndan sonra ABD'ye Meksika ve Porto Riko'dan işçi göçleri oldu, aynı dönemlerde benzer durum Avrupa'da da yaşandı. Sanayileşmiş kentlere, Avrupa'nın güneyinden ve Asya'dan göçler oldu, Yugoslavlar Batı Avrupa kentlerine, İtalyanlar ve İspanyollar İsviçre'ye, Cezayirliler ve Portekizliler Fransa'ya gittiler, Türkler de yabancı işçi olarak Almanya'ya gitti. Göçler yani, çok büyük oranda yoksulluk nedeniyle yerinden edilmiş kitleler tarafından varsıl bölgelere yönelik oldu.



Ancak yine de, dünyanın dört bir yanından insanların onyıllar boyunca Amerika'ya gidişlerini, sadece ekonomik nedenlerle açıklamak yeterli olmaz. İnsanlar Amerika'ya biraz da özgürlük aramaya gittiler, gitmeye devam ediyorlar ya da gitmeyi düşlüyorlar. Çünkü Amerika, farklı kültürlerin, tarihlerin, dinlerin ve dillerin “temas bölgesi”ydi. Amerika'yı Amerika yapan şey, amiyane tabirle söylersek biraz da “toplama” olmasıydı.



Ama, olaylar gelişti, ülkenin başına bir müteahhit, emlak kralı geçti ve bu “değer”den ziyade “kâr”ın öncelenmesi anlamına geldi. Evet, Amerika elbette her zaman kapitalistti, ama ürettiği ve dünyaya ihraç ettiği demokrasi, çoğulculuk, ötekine saygı, farklıya tahammül, empati gibi “değer”lerle, kapitalizmin vahşiliğini maskeleyecek, saldırılara karşı savunma anlamına gelecek işlevsel araçlar üretebilmişti. Bir müteahhit içinse “değer” denilenler görünen o ki, sadece laftı. Trump geldi, kendiyle birlikte ABD'nin ekonomik çıkarlarını önceleyecek yeni bir küresel ticaret perspektifi getirdi. Neredeyse hepsi yoksul olan mülteciler ise, havaalanlarında ABD'ye giden uçakların kapılarında, duvarların ardında kaldı. Oysa, yoksulluk sorununu çözecek şey, yoksulları kabul etmemek değil, nüfusun yeni baştan, mantıksal ve etkili bir dağılımı olabilirdi.



Trump bana kalırsa, yabancı düşmanlığı olarak gözüken yoksul karşıtlığını, “terör” kılıfına sararak perdelemeye çalışıyor. Nitekim uzun bir süredir kuşatıcı bir korku atmosferinde yaşatılan ABD halkı için terör, mücadele edilmesi gerekendir; dolayısıyla yabancıyı dışlamak için sunulacak “terör” gerekçesi, ABD kamuoyu için meşru bir gerekçedir.



Hangisi daha kötü bilemiyorum; bütün Müslümanların aynı sepete konularak “terörist” muamelesi görmesi mi; yoksa dünyanın zenginlerinin, açıktan olmasa da “terör” endişesi adı altında yaptıkları yoksul düşmanlığı mı?



Bildiğim şu; Yabancıların uzakta tutulması gereken işgalci birer böcek, evin içine alınmaması gereken bir tür pislik ya da arınılması gereken yapışkan bir kir olarak görülmeye başlandığı bir dünyanın korku ve öfke endüstrisini geliştirmek dışında bir işlevi yoktur. Bunun sonu ırkçılığa benzinle gitmektir. Benzinle gidilen ırkçılıkların rüzgar etkisiyle ne çabuk yayıldığı da sanırım herkesin malumudur. Oysa dünya, kutuplaşmanın sonunun olmadığını tecrübe etmiş ve bu aşamayı geride bırakmıştı.



Yoksa biz mi öyle sandık?



Not: Bu makale yazılırken J. K. Galbraith'in Kuşku Çağı ve Z. Bauman'ın Postmodernizm ve Hoşnutsuzlukları kitaplarından faydalanılmıştır.

#ABD
#Donald Trump
#İslam İşbirliği Teşkilatı