Amerikan seçimlerini Trump'ın kazanması tüm dünyayı şoke etti. Nasıl etmesin ki, O'nun seçim süreci boyunca ürettiği bütün söylemler; ırkçı, ayrımcı, kadın düşmanı, göçmen karşıtı, Müslüman nefretiyle maluldü. Oysa Birleşik Devletler her yıl Green Card'la göçmen alan; çok dinin, çok rengin, çok ırkın ve çok kültürün biraradalığından teklik üretmiş bir ülkeydi. Adının “Rüya” kelimesiyle birlikte anılmasının nedeni de buydu.
Amerikan milliyetçiliği bayrak metaforu üzerinden görünür hale gelir, tüm farklıların altında eşitlendiği Amerikan bayrağı simgesi, vatanseverliği mitleştirir. Dikkat edin, Amerika'daki patriotizm denilen milliyetçiliği somutlaştıran başka hiçbir “ulusal-kültürel sermaye” yoktur. Çünkü o bayrak Birleşik Devletler'de yaşayan milyonların neredeyse tek ortak paydasıdır. O bayrak Amerikan birliğinin belki de tek çimentosudur.
Hal böyleyken Trump kalktı, sadece Obama ve Hillary Clinton'ın tezlerine değil, yaptığı açık ırkçılıkla Amerika'yı Amerika yapan ve Amerika'yı bir arada tutan, sözgelimi “farklı olana tahammül” gibi değerlere de meydan okuyarak Başkanlığa kadar yükseldi.
Peki, bu çelişkinin sebebi neydi? ABD'nin tarihi boyunca gördüğü ilk ve tek siyah Başkan döneminde siyahların polis tarafından öldürülme ve kötü muamele görme oranının “peak” yapması ve ülkenin dört yanında ayaklanmalar çıkmasındaki çelişkinin sebebi neyse o...
Trump'ın zaferini, Avrupa'da bir süredir yükselmekte olan, hatta kökü AB fikrini parçalamaya başlayacak denli derinlerde olan ırkçı, şovenist, aşırı sağcı eğilimlerle ilişkilendirerek, küresel nedenlere dayandıranlar var. Ancak Avrupa toplumları ile Amerikan halkının bu konuda ciddi bakış açısı farklılıkları bulunduğunu göz ardı etmemek lazım. Amerikalılar'ın yabancıya ve heterojenliğe tahammülü çok daha üst seviyede. Çünkü, birincisi bir Amerikalı'nın sorunu cehalet olabilir ama Avrupalı'nınki olsa olsa snobluktur ve bu Avrupalıyı daha kibirli, dolayısıyla daha ırkçı yapar; ikincisi Amerika Avrupalı ülkeler gibi ırk olarak homojen topluluklardan ibaret klasik bir ulus-devlet değil, amiyane tabirle söylersek Amerika'nın kendisi zaten “toplama”. Üstelik örneğimizde, Meksika sınırına duvar örmekten bahseden bir adayın Latin oylarında beklenenden çok daha yüksek bir oranı yakalaması; Trump'ın sözlerinin, toplumun ekseriyeti tarafından “lafta kalacak çıkıntılıklar” olarak algılandığını gösteriyor.
Peki, Amerikalılar neden kendi değerlerini dinamitleyerek yarışmaya başlayan bir ırkçıyı ve bir bilinmezi tercih etti sorusuna gelince, bana kalırsa bunun sebebi iki yüzlülükten ve beceriksizlikten bıkmış olmalarıydı. Son derece iddialı söylemlerle iktidara gelip, ABD'nin en başarısız Başkanı'na dönüşen Obama ve O'nun sönük mirasını hiçbir revizyona tabi tutmadan kopya ederek, kurulu düzeni sürdüreceği sinyallerini veren Hillary Clinton'ın hataları, kibri, eylemsizliği ve ışıksızlığı milyonlarca insanı Trump'a doğru itti.
Adaletten, haklar, özgürlükler ve demokrasiden bahsede bahsede 2008'de Nobel Ödülü alan Obama'nın iktidarında Amerikan vatandaşlarına ayrımcılığın had safhalara çıkması; sürekli “eşitlik” denilen bir dönemde ülke tarihinin gördüğü en büyük siyah ayaklanmalarının patlaması; tekrar tekrar “barış” denilen ama barış adına yapılan tek şeyin hiçbir şey yapmamak olduğu bir zamanda Ortadoğu'nun hiç olmadığı kadar büyük kargaşalara sahne olması, bölgenin yüzbinlerce masum insana mezar olması sözkonusu hatalardan, öngörüsüzlüklerden sadece birkaçıydı…
Trump kimseye barış, özgürlük, eşitlik gibi fiyakalı vaatlerde bulunmadı; aksine bu kavramları hedef aldı. Trump çılgınlığında dürüst, ayrımcılığında dobraydı, koca ülkenin bıkkınlık anına denk geldi.
Peki şimdi ne olacak? Trump, sistem eleştirisi yapa yapa geldiği yerde sistemi değiştirebilecek mi, yoksa Obama gibi sistemin en berbat, en klişe dişlilerinden biri haline mi dönüşecek? Aslına bakarsanız, sosyal bilimler de tarihinin başından bu yana “faillik-yapı” tartışmasıyla bu konuyu çözümlemeye çalışıyor. Kimisi yapının bireyi dönüştürdüğünü düşünüyor, bazısı da yapının temelde bireyin etkileşimlerinden oluştuğunu ileri sürüyor… Yapının ikiliğinden, figürasyon kavramı ve süreç analizinden sözderek bu düalizmi aşmaya çalışanlar mevcut.
Bana kalırsa; Obama gibi liderlik özelliklerini haiz olmayan, hele de küresel politika yapıcı süper gücün devlet başkanı olmak için yeterli nüveyi kişiliğinde barındırmayan “fail”ler yapı tarafından belirlenip, giderek itiraz ettiğine, yani zıddına dönüşüyor. Ama sistem tarafından ne kadar baskı altına alınmaya çalışılırsa çalışılsın, hareket alanı ne kadar daraltılırsa daraltılsın, güç biçimleriyle mücadele etmenin bir yolunu bulabilecek “karizmatik otorite”ye sahip olan “failler” diyalektik biçimde sistem tarafından değiştirildiği kadar, kişisel etkileşimleriyle sistemi de dönüştürmeyi başarabiliyor.
Mesele, Trump'ın bu iki gruptan hangisine gireceği. Obama adlı küresel hayal kırıklığının ardından dünyanın yeni bir hayal kırıklığına ihtiyacı yok aslında…
Durum nedir, zamanla göreceğiz…
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.