Senaryosu çok önceden yazılmış tiyatronun oynandığı bir sahne gibi Türkiye.
PKK, açıktan açığa iç savaş çıkarmaya çalışıyor. Cizre'de özyönetim ilan eden ve yüzlerce silahlı teröristi şehre konuşlandıran örgüt, devlet güçlerinin sivilleri katlettiğine yönelik, hepsi birer kuyruklu yalan olan İngilizce ve Türkçe tweetlerle hem Türkiye içinde hem de yurtdışında kamuoyu desteği oluşturmaya çalışıyor.
Tümüyle bir şehri, Cizre'yi mesken tutmalarının bir nedeni; şehrin sakinlerini “Devrimci Halk Ayaklanması” dedikleri bu işin içine katmak; en azından provasını yapmaksa, diğer bir sebebi de; Cizre halkını güvenlik güçleriyle karşı karşıya getirerek sivil ölümlerin olmasını ve bu ölümlerin bir kıvılcım işlevi görerek tüm Türkiye'yi sarmasını ummaları.
Demirtaş da, ya başka seçeneği olmadığı için; ya da düz ovada sivil siyasete inanmadığı için ateşe körükle gidiyor. PKK'nın demokrasi lafını hiç ağzından düşürmediği gibi Demirtaş da “barış” sözünü her cümlesine sıkıştırıveriyor; ama “sarayın ordusu da polisi de yenilecek”ten tutun, “anasından doğduklarına pişman edin”e ve son olarak “Cizre Bodrum'a uzak değil”e dek varan skalada, hafifinden ağırına tehditler savurup duruyor.
Ama mühim olan bu değil; mühim olan Gezi olaylarına destek veren medya ve Beyaz Türklerin bir kısmının –100'ün üzerinde şehidin kanı daha kurumamışken- hala PKK'yı şirin ve sempatik gösterme, romantize ederek imajını temize çekme gayretlerinin olması.
Onlar Gezi'ye, 17 Aralıkçılara ne için destek verdilerse, PKK'yı da o nedenle söylem korumasının şemsiyesi altına aldılar.
Neden? Çünkü PKK'nın hedefinde sadece askerliğini yapmakta olan 20 yaşındaki çocuklar yok, bir de Erdoğan var: Sözgelimi; Demirtaş'ın Suruç saldırısından sonraki “Suruç'u Saray Gladyosu yaptı” açıklaması, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden itibaren ağzını her açtığında Erdoğan'ı hedef alan cümlelerinin sadece son örneğiydi. PKK'lı Duran Kalkan da, terör saldırıları başladıktan hemen sonra Türk Ordusu'na bir çağrı yapmış; askerden “AKP'nin savaşına katılmaması”nı istemişti.
Yani bir süredir, sadece Demirtaş'ın değil, PKK'nın da Erdoğan'la bir derdi vardı; Erdoğan'la, bu ülkede Türklerin ve Kürtlerin birlikte, insan gibi, biri ötekinden üstün olmadan ve barış içinde yaşaması için elini taşın altına koymuş tek kişiyle…
Peki bu tesadüf olabilir miydi? Asla!
Sonrasını biliyorsunuz; eli kanlı PKK katilleri, Erdoğan karşıtı gezicilerin, 17 Aralıkçıların, Erdoğan nefretiyle gözünü kin bürümüş beyaz Türklerin himayesine alındı; Hürriyet ve avaneleri PKK tarafından katledilen askerler, polisler ya da siviller, hayaletler tarafından öldürülmüş gibi yaptı. Vatanmış, şehit olan evlatlarımızmış, ülkenin birliği ve bütünlüğüymüş, onların umurunda olmadı.
Şimdi PKK, hiçbir Kürt vatandaşımızı yanına alamadığı halde, kendi kendine iç savaş oyunu oynuyor. Barış isteyen Kürtleri “Devrimci Halk Ayaklanması”na kışkırtmaya çalışıyor ama başaramıyor. Tıpkı birkaç istisnai örnek dışında Türklerin de kışkırtmalara pabuç bırakmadığı gibi…
Bunu da atlatacak elbette bu ülke. Çünkü bizim aydınımızda, medya mensubumuzda, Cihangir tayfamızda bulunmayan basiret, feraset ve akıl ülkenin Türküyle Kürdünde, Sünnisiyle Alevisinde, Lazıyla Çerkesinde fazlasıyla var.
Sokağa oynayanların ilk kaybedişi olmayacak bu.
Ama kabul edelim ki; bu olanları artık iç dinamiklerle açıklamak çok zor. İç dinamik diye bir faktör kaldı mı ülkede, ondan bile emin değilim hatta.
2013 yılından bu yana ısrarla gayretle, azimle, şevkle Türkiye'yi manipüle eden karar verici dış aktörlere gelince; Türkiye'yi Suriye'ye çevirme, hiç değilse Erdoğan'ı indirerek Mısırlaştırma projesinde başarıya ulaşamadılar belki; ama yılgınlık nedir bilmediler de…
En azından bizden, yerli olan, vatanını seven insanlardan tebrik beklemiyorlardır umarım!