Referandum tarihi yaklaştıkça Cumhurbaşkanlığı sistemi hakkında doğru olmayan değerlendirmeler ya da tezviratlar yapılıyor, oysa hayırcıların da, evetçilerin de neye hayır ve neye evet diyeceklerini bilmeleri gerekiyor. Bu nedenle maddelerin üzerinden geçmek elzem gözüküyor. Eski sistemle yenisi arasındaki farklılıklar, kısaca şöyle olacak:
Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi'nde Kılıçdaroğlu'nun zannettiği gibi, Başbakanlık makamı bulunmuyor. Evetçilerin “çift başlılık ortadan kalkacak” diyerek onayladıkları, hayırcıların da “tek adam rejimi gelecek” diye eleştirdikleri nokta da burası. Mevcut sistemde yürütmenin başı seçilmiş Başbakan ve doğal olarak da başbakanlığa ait geniş yetkileri bulunuyor. Cumhurbaşkanı ise neredeyse her alanda sonsuz yetkili, ama vatana ihanet dışında hiçbir suçtan dolayı yargılanamıyor, neredeyse Tanrısal bir güç bahşedilmiş Cumhurbaşkanlığı'na. Elbette bunun nedeni, Kemalist rejimin Cumhurbaşkanlığı makamını seçilmiş siyasetçileri presleyecek bir manivela olarak dizayn etmiş olması. Dolayısıyla eskiden Cumhurbaşkanı seçimle gelmezdi, atamayla belirlenirdi.
Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından seçilmesi kararı referandumdan geçtikten sonra ise şöyle bir manzara oluştu Türkiye'de: Devletin başında iki seçilmiş var, bu iki seçilmişin de görev ve yetkileri birbiriyle çakışabiliyor, dolayısıyla yüzde yüz uyumlu çalışsalar bile iki seçilmiş arasında ihtilaf ve sürtüşmeler baş gösterebiliyor. Yeni sistemde memleket bu garabet durumdan kurtulmuş oluyor. Yürütme yetkisinin tamamı Cumhurbaşkanı'nda toplanıyor. Bu makam, hesap vermeye, denetlenmeye, cezai sorumluluğa da açık hale getiriliyor. Böylece yönetimdeki çift başlılık ve yetki karmaşası ortadan kaldırılmış oluyor.
Yeni sistemde Cumhurbaşkanı 5 yıllık sürelerle, -peşpeşe ya da değil- sadece iki kez seçilebiliyor. Yani böylece Türkiye, oturduğu koltuktan son nefesini verene dek kalkmayan siyasetçi profilinden de bir anlamda kurtulmuş oluyor. Erdoğan düşmanları için iyi, O'nu sevenler ve hep ülkenin başında olmasını isteyenler için kötü haber. Böylelikle siyasetin kendini yenileme, başarısız parti liderlerinin siyasetten tasfiye edilme ihtimali doğmuş oluyor. Kendi partilerinin liderinin hiçbir zaman iktidara gelemeyeceğini bilen ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın hayatının sonuna kadar ülkeyi yöneteceğinden “korkanlar” müsterih olabilirler yani. Hatta sırf bu nedenle bile olsa, referandumda “evet” demeye ikna edilebilirler.
Vekillerin sayısının 550'den 600'e çıkarılması ise evetçilerle hayırcıları bölen bir başka tartışma. Hayırcılar, bunun nedenini “parti ittifakları öyle gereksindiği için”, “AK Parti MHP ile ittifak kurmak istediği için milletvekili sayısı arttırıldı” şeklinde açıklıyorlar. Evetçiler ise, bu argümanı “eğer ittifaklar için olduğunu düşünüyorsanız, seçimleri siz kazanın siz ittifak kurun, elinizi tutan mı var?” şeklinde karşılıyorlar. Milletvekili sayısının 600'e çıkarılmasının doğal sebebi ise, Türkiye'nin nüfus artışı. Ve milletvekili sayısı ile nüfus arasındaki makasın temsiliyette zaaf görüntüsü yaratacak ölçüde açılmış olması...
Seçilme yaşının 18'e indirilmesi de evetçilerle hayırcıları bölen bir başka gerilim noktası. Hayırcılar bu teklifi “daha çocukluğu henüz bitmiş insanlar milletvekili mi olacak, bu Türkiye'ye ne kazandıracak?” şeklindeki muhafazakar bakış açısıyla karşılarken, Evetçilerin bu konuda da daha özgüvenli ve açıkfikirli olduğu görülüyor. Öncelikle dünya ölçeğine bakıldığında, aralarında Almanya, Avustralya, Avusturya, Danimarka, Finlandiya, Fransa, İzlanda, Kanada, Hollanda ve Norveç gibi çoğu demokratik yönetimler olmak üzere 45 ülkede seçilme yaşının 18 olduğu görülüyor. Öte yandan, “seçme yaşının 18 olmasında sorun görülmüyorken, seçilme yaşının 18'e indirilmesine neden bir tür hastalık olarak yaklaşılan 'gençlik' gerekçesiyle karşı çıkılıyor ki?” sorusu da cevabı hak ediyor.
“İstikrar senin neyine Vesayet” sorusu, bu ülkenin kemikleşmiş vesayet düzenini ve bu düzenin sürmesi uğruna gözden çıkarılanları özetleyen bir söz olageldi bugüne dek. Sahiden de istatistiklere bakıldığında, Türkiye'nin Cumhuriyet tarihinin başından bu yana her 1.5 yılda bir hükümet değiştiren bir ülke olduğu görülüyor. Memleket yıllar yılı, yönetim biçimi “parlamenter rejim” olarak bilinen, ama vesayet unsurlarının baskısı altında ne olduğu belirsiz bir sistemle yönetildi. Sistemi, darbelere, dış müdahalelere açık ve kırılgan kılan da, yapısal olarak lideri güçsüzleştiren bir perspektifle tasarlanmış bu modeldi. Aslında Partili Cumhurbaşkanlığı sistemiyle kırılacak olan “yapı” da, tam bu.
Bu nedenle, son 15 yılda Türkiye, Erdoğan'ın liderliği sayesinde bunca çalkantıya rağmen istikrarı yitirmemiş olsa da, bu yönetim modeli sürdükçe, Erdoğan sonrası Türkiye için, eski zayıf koalisyon hükümetlerinin, vesayet yapılarının, siyasete dışarıdan müdahale unsurlarının geri gelmeyeceğinin bir garantisi yok. O nedenle Cumhurbaşkanlığı sistemi asıl Erdoğan sonrası için gerekli. Doğrusu Erdoğan'dan başka kimse de, bu işe cesaret edemezdi…
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.