Bir zamanlar sözcüklerin, cümlelerin anlamı vardı, oysa savaş onları tüketip bitirdi; kelimeler ve cümleler iyice zayıfladı; hatta onların iler tutar yanı kalmadı.
Bahsi geçen savaş otomatik makinelilerle, keleşlerle, F-16'lar ya da bombalarla yürütülenlerden değil.
Bu savaş, Gezi sürecinden bu yana özelde Erdoğan'a, genelde AK Parti ve kadrolarına; geçtiğimiz 13 yılda iktidar partisi tarafından bu ülkenin sorunlarını çözmek üzere ortaya konulan her argüman ve uygulamaya karşı kelimeler, cümleler, tezlerle yürütülen bir saldırının adı. Ve bu savaşta, önce gerçekler öldürülüyor; cümleler anlamlarından, varoluş hakikatlerinden kopartılıyor; bağlamsız ve anlamsızlaşıyor; sözcükler, şimdiye dek üst üste konulmuş olan ne varsa yıkmak için anlam mutasyonuna uğratılarak çarpışma sahasına sürülüyor.
Savaşta önce gerçekler öldürülür denir, bu klişe doğrudur. Kelimeler artık düşüncelerin ifadesi anlamına gelmiyor; art niyetleri, hileleri, belaltı vuruşları örtbas etmeye yarayan birer araca dönüştürülüyor.
Erdoğan'ın başlattığı Çözüm Süreci'nin kilit cümlesi, niyet beyanı olan “Analar ağlamasın” düsturu; sömürge aydını bildirilerinde “devlet PKK'yı vurmasın” cümlesinin üstünü örten bir moral kaldıraç oluyor mesela.
Çözüm sürecinin başından itibaren içimizi aydınlatan bir gelecek hayalinin taşıyıcısı olmuş “barış” kelimesi, yabancı tınılı, karanlık bir anlama evriliyor. PKK yataklarında uyuyan insanların ensesine sıktıkça, pusu kurup eşinin kızının gözü önünde asker şehit ettikçe, barajdan, demiryolundan maraza çıkarıp asker polis sivil dinlemeden insanları sırtından vurdukça Selahattin Demirtaş'ın ağzına düşen, gittikçe daha çok sakızlaşan “barış”; terör gerçekliğini eğip büken bir dev aynası haline geliyor. Orada barış, artık pusu kültürünü, iğrenç bir savaşı temize çekmenin bahanesi oluyor.
“Çözüm” kelimesi misal; bir zamanlar açıktan karşı çıkamadıkları çözüm sürecine “demokrasi olmadan çözüm süreci olmaz” kapatıcısı altında karşı duranlar tarafından günde beş vakit telaffuz edildikçe; hükümeti çözüm sürecine karşıtı bir konuma itiyor. PKK öldürdükçe, o kadar çok “çözüm süreci” diyorlar ki; elini hatta gövdesini taşın altına koyarak süreci başlatanlar örtük bir şekilde “süreci bitirenler” haline geliyor. Yeteri kadar tekrar edilen her yalanda olduğu gibi, bir an geliyor ve kitleler buna inanmaya başlıyor.
Süreç işlerken, çatışmasızlık sürerken PKK yöneticilerine “ne aldınız ki, silah bırakıyorsunuz” seferleri düzenleyenler; toplumun güvenlik kaygısını gidermek ve terör saldırılarına karşı operasyonla cevap vermek gibi bir görevi bulunan ve doğal olarak bu görevi yerine getiren devleti, “çözüm süreci” diye diye şahinleştiriyor.
13 yıldır ısrarla, gayretle, aşkla ve şevkle Türkiye'yi 90'lara döndürmek için çabalayanlar; “90'lara mı dönüyoruz?” diye sahici kaygı görünümlü kurnazlık gösterisi yapıyor. İçimden, “90'lar sizsiniz” demek geçiyor.
Evet, savaşta önce gerçekler öldürülüyor, doğruların yerini sureti haktan gözüken yalanlar alıyor. Ve bununla savaşmak, bir terör örgütüne karşı topla tüfekle savaşmak kadar önemli hale geliyor.