“Siyasi denetim” mi dediniz?

04:0028/04/2017, Cuma
G: 17/09/2019, Salı
Özlem Albayrak

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Türkiye'nin 13 yıl sonra yeniden siyasi denetim sürecine alınmasına karar verdi. Avrupa Birliği yolunda bulunan ülkeler için yükseldiği kümeden düşmek gibi bir şey bu. Öte yandan AGİT raporundan da ”referandum eşit koşullarda yapılmadı” kararı çıktı. O AGİT ki, Türkiye'ye gönderdiği bağımsız –olması gereken- gözlemciler, 2004 yılından bu yana AB'nin resmi olarak terör örgütü kabul ettiği PKK'nın sempatizanı çıktı. Teröristlerle boy boy fotoları bulunan bu insanlar, Türkiye'nin referandum süreciyle ilgili bağlayıcı niteliği olmasa da etki gücü bulunan değerlendirme raporları yazdılar.



Perşembe'nin gelişi de Çarşamba'dan belliydi ama. Referandum sürecinde yaşananlar zaten ortada. Avrupa ülkelerinin neredeyse tamamının tüm hayırcılara kucak açarken, AK Parti milletvekillerinin toplantılarını sudan sebeplerle engellemesi, Dış İşleri Bakanı ve Aile Bakanı'na düşmanca muamele etmesi, buna karşılık Hayır propagandası yapan PKK'ya hem ekranlarını, hem sokaklarını, hem de toplantı salonlarını açmalarının üstünden çok geçmedi. Öyle ki, neredeyse Türkiye'deki siyasi partiler, referandum sürecinde “evet” kampanyasına karşı bu kadar kararlı bir muhalefet yürütmedi.



Biraz daha geriye gidildiğinde de hoş manzaralar karşılamıyor bizi. Mesela 15 Temmuz darbe sürecinde Avrupa'nın tamamının büründüğü sağır edici suskunluk çok şey anlatıyordu. Onun öncesinde yaşanan 17-25 Aralık kumpası konusunda da ne meşru seçilmiş Türk hükümetini destekleyen bir açıklama, ne de FETÖ örgütüne karşı Türkiye'ye yönelik işbirliği yaklaşımı geldi. Aksine tıpkı PKK üyelerine olduğu gibi, kaçak FETÖ'cülere de kucak açıldı. 15 Temmuz sonrasında FETÖcüler Avrupa'ya sığındı, bu da yetmiyormuş gibi Almanya ve İngiltere'den “Darbeyle FETÖcüler arasında bir bağlantı bulunamadığı” şeklinde kargaların bile güleceği açıklamalar geldi.



Gezi olaylarının yaşandığı sırada, Avrupa'nın yetkili ağızları değil, medyası devreye girmiş, Türk hükümetinin eylemlerin önüne geçmek için ne derece vahşi yöntemler kullandığı, polis şiddetinin ne kadar da acımasızlaştığı yolunda yayınlar yaparak, Gezi'nin haklı ve meşru bir kalkışma olarak görünmesini sağlayarak, Gezicilere açıktan ve doğrudan destek vermişti. O dönem susarak ve geride durarak hükümetin devrilmesini bekleyenler, amaç hasıl olmayınca, el yükseltmek zorunda kaldı ve kendileri konuşmaya başladı. Bugün gördüğümüz şey, referandum sürecinde, “evet” toplantılarına getirilen yasaklarla, Avrupa'daki Türklere yapılanların da gösterdiği üzere, sözkonusu “konuşmanın” ta kendisi. AKPM'nin kararı gösteriyor ki, Türkiye'deki hükümetle bir derdi olanlar el yükseltmeye devam edecek.



Avrupa Birliği'nin kendisi çatırdarken, ABD-Avrupa-Ortadoğu-Uzakdoğu eksenlerinde yeni ittifaklar kurulurken, bu el yükseltmenin nereye kadar gidebileceği elbette tartışılır. Türkiye hizaya getirebilir mi, yoksa el yükselte yükselte regülatörü devre dışı kalan eski tüplü televizyonlar gibi fazla ısınmaktan sigortaların atmasına mı varır iş, orası meçhul.



Ancak AKPM'nin Türkiye'yi siyasi denetim sürecine geri döndürmesinin nedeni söylendiği gibi, OHAL ve KHKlar ise, ortaya cevaplanması gereken pek çok soru çıkıyor. Ne yapsaydı Türkiye? Darbeci subayları hapse atmayıp, “bi daha olmasın” diye serbest mi bıraksaydı? Devleti, Bylock isimli gizli bir iletişim programı kanalıyla kurdukları gizli bir örgütlenme ağıyla darbecilere lojistik destek sağlayanlardan arındırma yoluna gitmese miydi? Bu örgütle bağı olduğu açık bu insanlara güvenmeye ve onlara maaş ödemeye devam edip, hiçbir şey olmamış gibi mi yapsaydı Türkiye? Ne olması gerekiyordu yani, 10 ay önce darbe atlatmış bir ülke, darbeyi kimlerin yaptığını, yapanlara kimlerin destek verdiğini bulmaya çalışmasa mıydı?



Hergün asker, polis şehit etmeye devam eden, güya Hendek adını verdikleri çukurlarla şehirleri köstebek yuvasına çevirerek güvenlik güçleriyle çatışan PKK teröristlerini af mı etseydi Türkiye? Hergün PKK terörünü öven, kutsayan; şiddeti legalize etmeye kalkışan terör destekçilerini propagandasını adı gazete olan kağıtlarla yapılıyor diye görmezden mi gelmeliydi Türkiye?



Yoksa Avrupa Birliği ülkelerinin mültecilere yaptığı gibi, milyonlarcası sınıra dayanmış Suriyelileri, ölüme mi terk etseydi? Bunlar mıydı yani Avrupa Birliği müktesebatı denen şey. Öyleyse geçmiş olsun, Türkiye'nin AB'ye girmesi gerekmez, AB'nin Türkiye standartlarına ulaşması şart olur… Eğer durum buysa, siyasi denetime tabi tutulması gereken Türkiye değildir zannımca…


#AKPM
#PKK
#Avrupa Birliği
#ABD
#Ortadoğu