Şantaj

04:009/09/2016, Cuma
G: 13/09/2019, Cuma
Özlem Albayrak

Biliyorsunuz, G20 Zirvesi sürerken, gündemini mültecilerin oluşturduğu Almanya, Fransa, İtalya ve Türkiye liderlerinin gerçekleştirdiği dörtlü zirveden sonra Alman basını “Erdoğan, Merkel'e diz çöktürdü” şeklinde başlıklar attı. Bu ilk değildi. Türkiye ve AB arasındaki mülteciler ve vize muafiyeti görüşmelerinin başından bu yana, Türkiye'nin mültecileri Avrupa'ya karşı bir şantaj unsuru olarak kullandığını ama açıktan ama örtülü yazıyorlardı. İşte şimdi o ithamı yine tekrarlamışlardı. Dönüş yolunda Erdoğan'a bu konu da soruldu.



Erdoğan cevaben: “Bizim mülteciler için ne yaptığımız ortada. Onları niye kullanalım ki? Öyle bir tavrımız olsa, 60 bin mülteciyi Edirne'den geri çevirmezdik. Dolayısıyla bu konuda, asla bir şantaj da söz konusu değil. Alman basınına atfen aktardığınız o ifadeyi de yakışıksız buluyorum, Ne benim diz çöktürmeye ihtiyacım var, ne de Merkel'in diz çökmeye. Kendi şansölyeleri hakkında o derece yakışıksız ifadeler kullananlar, aslında kendi seviyesizliklerini gösteriyorlar” dedi.



Tuhaf ama. 3 yılı aşkın bir süredir, 3 milyondan fazla mülteciye kapılarını açıp, onları Avrupa'nın en modern kamplarında ağırlayarak savaştan kaçan Suriyelilere insan gibi yaşayacakları bir ortam sunan Türkiye, Avrupalı devletlere ne zaman sözlerini tutma çağrısında bulunsa, mülteci sorununu kullanıyor olmakla suçlanıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın verdiği rakamlara göre; Avrupa Birliği'nden mültecileri Türkiye sınırları içerisinde tutma karşılığında Türk hükümetlerine vaat edilen 3+3 milyar avroluk yardım miktarından bugüne dek bize ödenen meblağ sadece 178 milyon avro. Bu paranın şimdiye dek sadece ilk 3 milyar avroluk kısmı Türkiye'ye gelmiş olsaydı bile, mültecilerin sorunlarının büyük kısmı çözülmüş olurdu oysa. Ama Türkiye ne zaman bunu hatırlatmaya kalkışsa, “mülteci sorununu” kullandığı söylenerek, hem ahlaki noktada sorgulanmış, hem de susturulmuş oluyor.



Oysa moral noktada, Türkiye'ye ders verecek bir aktör sayılmaz Avrupa.



Hatırlayalım; mülteciler kapıları zorlamasın diye pazarlık masasına oturmak için dört dönen bizzat Avrupalı liderlerdi. Söz verilen ve yerine getirilmeyen maddi yardım miktarı bir kenara, Türkiye'ye mültecileri sınırlar içerisinde tutma karşılığında, -bin yıl geçse razı olmayacaklarını düşündüğüm- vize muafiyetini kabul eden de aynı Avrupalı devlet başkanlarıydı. Merkel'in Türkiye'yi su yolu yapmasının sebebi de, Türkiye'nin iklimine bayılması ya da İstanbul'la Ankara'yı görmeden duramaması değil; mültecilerin Avrupa'ya geçmemesi için yapılacak pazarlıklardı. Merkel, sürekli Türkiye'ye geliyordu, çünkü o kara insanların sınırları aşarak beyaz kıtaya akmasının, o ayakları çamurlu yığınların Avrupa'nın sterilliğini berbat etmesinin önüne geçmeye çalışıyordu.



Ama Avrupa ve özellikle Alman basını başka telden çalıyor; 3 yıldır 3 milyondan fazla insana barınma imkanı veren Türkiye'yi mültecileri kullanmakla, Avrupa'ya şantaj yapmakla itham ediyor.



Oysa, es kaza sınırları geçenlere nasıl tekmeler atıldığını, nasıl hayvanat bahçesindeki vahşi hayvanların tutulduğu kafeslerin içine kabuklu yemiş atılır gibi, Suriyelilere şehir meydanlarında bozuk paralar atıldığını gördük. Daha geçtiğimiz ayın sonunda Almanya'ya mülteci olarak girmiş 9 bin çocuğun kaybolduğu haberiyle sarsıldık. Avrupa ırkçılıkta öylesine kendini aştı ki, neredeyse “mülteciler insan sayılır mı?” tartışmaları başlayacak. Bu süreçte mültecileri kabul etmek için din değiştirmelerini isteyen ülkeler bile oldu.



İlginç hakikaten de... Kendilerine bir yurt arayan o çaresiz insanları denize dökeni mi ararsınız, lastik botlarını batırıp olay yerinden ıslık çalarak uzaklaşanı mı; sadece doktor, mühendis olanlardan eğitimli birkaç bin kişiyi kabul edebileceğini söyleyeni mi istersiniz, mültecilere polis eliyle işkence edeni mi; Suriyelilerin değerli eşyalarına el koyanı mı alırsınız, onları parasız çalışmaya zorlayanı mı?



Türkiye'de yıllardır milyonlarca insan yaşıyor. Birkaç istisnai örnek vuku bulmuştur belki ama sonuçta devlet eliyle dayak atılan da, boğulmaya terk edilen de, kamplarda mallarına el konulan da, kaybedilen de olmadı; Türkiye alevi Suriyelilerden Sünni olmasını da istemedi… Ama günün sonunda insanlık ilkelerinden, değer normlarından, ahlak kurallarından habersiz olan da yine Türkiye oldu.



Şantaj bile sorumluluğunu üstlendiğin üzerinden yapılır oysa. Yoksullar, madunlar, mazlumlar sınırlarından içeri girmesinler diye, onlarla yüzyüze gelmeyesin diye kırk takla atarsın ama kimseye şantaj yapmış olmazsın tabi… Çünkü şantaj yapacak kadar bile yanaştırmamışsındır onları kendine. Kara insanların tozlu ayaklarıyla sınırlarından giremediği, içten çürümüş medeniyetin dışarıdan bembeyaz gözükmeye devam eder; sen de o insanlara kucak açmış olanları şantajcılıkla suçlama konforu bulabilirsin böylece…



Ahlaksızlığın, ırkçılığın, acımasızlığın ve vicdansızlığın da görünmez olur hem.



Ne güzel değil mi?


#G20 Zirvesi
#Şantaj