Geçtiğimiz Çarşamba günü (07/10/2015) yayınlanan yazımda Rusya'nın “sıcak denizlere inme” klişesinde ifadesini bulan yayılmacı emellerinin, Rus tarihinin her dönemecinde yeniden üretilerek sürdüğünü söylemiştim. 1. Petro'dan itibaren varolan Büyük Rus İmparatorluğu hevesi karşısında, değişme ve demokratikleşme iddiaları hep birer girişim olarak kaldı; 1917'deki Bolşevik Devrimi'yle, 80'ler ortasındaki Perestroyka ve Glastnost da sadece birer ara dönemdi.
Rusya'nın komünizm tecrübesi bile; ne Rusların ırk milliyetçiliğinin yani Panislavizm'in, ne de Rusların din milliyetçiliğinin yani Ortodoks inancının gücüne zarar veremedi. Evet, Soğuk Savaş'ın ardından SSCB'nin dağılmasıyla birlikte Gorbaçov tarafından şeffaflık kararları alındı; ülkece kapitalizmle tanışıldı ve demokrasi bir hedef olarak belirlendi ama bunlar geçiciydi.
Görünen o ki, Rusya hep olduğu gibi aslına, kendine döndü. Rus milliyetçileri için güzel, dünyanın geri kalanı için endişe verici bir haber.
Putin, öncelikle Batılı müttefiklere karşı tehditkar olabilecek hamleler yapmaya; küresel bağlamda egemenlik iddiası ileri sürmeye; oyun kurucu rolünü yeniden talep etmeye başladı. Putin'e yönelik “Çar” ile Erdoğan'a yönelik “Sultan” sıfatlarının; Batı medyasında aynı günlerde kullanılmaya başlanmasının nedeni de; Rusya'nın yeniden uyanan büyüklük iddiası ve Türkiye'nin bölgedeki aktörlük adımıydı.
Öte yandan, vakti zamanında iki büyük ve kadim imparatorluk olan Rusya ve Osmanlı'nın ilişkilerini belirleyen tek şey de hep savaş oldu. Çünkü Rusya'nın göz koyduğu topraklar ya Osmanlı'nın idaresi ya da idare iddiası altında bulunan yerlerdi. Tarih tekerrürdür denir; Türkiye ve Rusya, çeşitli ticaret ve enerji ilişkilerine, Türk Akımı projesine, Ruslara ihale edilen Akkuyu Nükleer Enerji Santrali'ne rağmen, yine karşı karşıya.
Rusya Suriye topraklarında ve Türkiye bundan hoşnut değil. Çünkü Rusya Esad'lı Suriye'nin devamından yanayken, Türkiye bu çözümün bölgede sadece kaos ve teröre neden olacağını savunuyor.
Türkiye yani mutlu değil; peki, PKK'dır, Demirtaş'tır, içimizdeki paralellerdir; bir biçimde Türkiye'nin bölgedeki aktörlük iddiasının önüne kesenler ya da kesilmesine göz yumanlar Suriye'deki manzaradan dolayı mutlu mu? Emin olun değiller.
Rusya'nın Suriye konusunda fazla cesur bulunan bu tavrı, 2000'li yılların başından itibaren domino taşları gibi birbiri peşisıra gelmeye başlayan Renkli Devrimler'e karşı ABD'ye Kırım'ın ilhakıyla verdiği cevabın bir ileri aşaması olarak yorumlanıyor. Yani Rusya'nın İran'la anlaşarak Suriye'ye yerleşmesinin, normal şartlarda ABD ve NATO'yu da endişelendirmesi gerekiyor. Endişelendiriyor da …
Zira, çok uçuk bir ihtimal olarak eğer ABD ile Rusya arasında kapalı kapılar arkasında bir bölge paylaşım planı yapılmadıysa; Rusya'nın Suriye'deki varlığı ABD çıkarlarına da ters…
Ters ama, ABD bölgedeki müttefiki olan Türkiye'nin hepsi haklı ve ahlaki zemini sağlam öneri ve talepleri yerine PYD'yi destekledi. Üstelik bir başka terör örgütüne karşı savaşırken… Sonuçta, Ortadoğu'daki gelmiş geçmiş en beceriksiz ABD politikası uygulamaya konuldu. Eylemsizlik desen değil, eylemlilik desen hiç değil; var desen değil, yok desen hiç değil bir politikaydı bu. Tek cümlelik özeti ise şuydu: “Yapılması gerekenlerin yapılmaması, yapılmaması gerekenlerin yapılması”.
Bunların başında, ABD'nin, Suriye'de, bataklığın sinek ürettiği gibi, müdahale edilmeyen her günün daha fazla terör ürettiği belirsizliği çözecek aktörleri öncelemek yerine; hangi acil gereksinimin sonucu olarak ortaya çıktığını bilemediğimiz bir adımla İran açılımı yapması geliyor. ABD İran'la barış yaptı, İran ise Rusya'ya kucak açtı. Irak'ı ve Lübnan Hizbullah'ını da buna eklediğinizde, ABD için bölgedeki Rus tehdidinin büyüklüğü Soğuk Savaş dönemini bile aratacak hale geliyor.
Obama yönetimi anlarsa tabii…
Bugünlerde ise, Suriye Hava sahasındaki Rus uçaklarının İncirlik'ten kalkan Amerikan uçaklarını taciz ettiğini okuyoruz bol bol… Gerisini ABD düşünsün.
Türkiye'ye gelince, bölgede hala taşları yerinden oynatabilme kapasitesi var. Ve bir sonraki hamleyi planlayabilme ve oynayabilme alanı da…. Askeri değilse bile diplomatik; vuruşarak değilse bile akılla…
Bakalım neler olacak?