Dünkü ajanslardan geçti. Selahattin Demirtaş'ın Hamburg'ta konuştuğu salonda, Kürdistan ve İsrail bayrakları dahil onlarca bayrak var; ama Türk bayrağı yoktu.
Ne konuşuyordu Demirtaş: “Silahların susacağı, sadece masada oturanların konuşacağı, gencecik bedenlerin toprağa düşmediği bir ülkeyi yaratmak için HDP demek zorundayız” gibi barış dolu, dokunaklı cümleler…
HDP Eşbaşkanı yani, Kürdüyle Türküyle insanlarımızın ölmeyeceği bir gelecek hayalinden bahsediyor; ama Kenya bayrağından dahi esirgenmeyen, Türk bayrağına çok görülüyordu.
Hayır, Berlin'deki bir salona Türk bayrağı asmamak bir suç değil elbette. Ama Berlin'deki salonda Türkiye'deki olası bir barıştan, kardeşlikten bahsederken dünyanın tüm bayraklarına yer verirken hatta hayali ülke bayrakları asarken; Türkiye'yi unutuvermek “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” durumunun izharı, niyet göstergesidir.
O niyet, HDP'nin 7 Haziran seçimlerinden bugüne dek sergilediği performansın da özetidir.
Yazık.
Bir dönem hiçbir pozitif kullanıma tahsis edilemeyecek denli acı ve ağır bir atmosferi ihtiva eden; ancak çözüm süreciyle siyasete tahvil edilebilir, yani işe yarayabilir bir enerjiyi açığa çıkartan Kürt halkı-devlet gerilimi; HDP için büyük şanstı. Bu şansı tepti.
HDP, bu enerjinin dalgaları arasında sörf yaparak hem kendisini yükseltme; hem de “Kürtlerin istediği ne varsa” konuşa tartışa çatır çatır siyasi alanda kalarak alma imkanını, teröre yancılığa feda etti.
Neden? Çünkü HDP, hendekler kazılmadan da, zırhlıları havaya uçuran bombalar patlatılmadan da bir şeyler yapılabileceğine kurumsal olarak da, eş başkanlar nezdinde de inanmadı.
Öyle olsaydı; Selahattin Demirtaş her Avrupa'ya gittiğinde barışa kurşun sıkacak; terörü açıktan destekleyen cümleler kurmazdı. Birkaç hafta önce gittiği Brüksel'den Türkiye'ye gönderdiği “TC ordusunu yendik yine yeneceğiz” şeklindeki “barış!” dolu mesajları her Avrupa seferinde mutlaka tekrarlamazdı.
Evet, o büyük ve doğru kullanıldığında ciddi bir toplumsal dönüşüm ivmesine yol açabilecek enerjiyi siyasetin legal sınırları içinde kalarak faydaya çeviremedi HDP. Zamansız kesilmiş damardan akan kan gibi toprağa akıttı.
Demirtaş ve avanesinin tek yaptığı PKK'dan gelen; siyasi alanı manipüle etmeye; anlamları değiştirmeye yarayan enformasyonu yaygınlaştırmaktı. Öyle ki, at iziyle it izi birbirine karışsın, bölgede nelerin olduğuna, devletin mi yoksa PKK'nın mı Kürtleri öldürdüğüne kimse emin olamasın, kafalar giderek daha çok karışsın.
Doğrusu, yine de HDP'nin barajı geçmesi gerektiğini düşünüyorum. Barajı geçmediğinde, bazı beyaz Türklerin HDP'ye yeniden oy vermeyi rasyonalize etmek için kendilerini inandırdığı gibi “HDP geçmezse PKK'nın güçleneceği, Kürtlerin siyaset imkanının giderek PKK tarafından boğulacağı” gerekçesiyle değil ama…
Gerekçem; HDP'nin öyle ya da böyle, bir temsiliyeti izhar etmesi.
Ancak, 7 Haziran seçimleri sonrası 80 vekille Meclis'e gelen bu partinin, siyasal güç ve yükümlülük arasındaki korelasyona uygun davranmayı bırakın, bu kavramlar arasında ters orantı varmış gibi yaptığı da doğru. HDP barışa katkı için elini taşın altına koymayı bırakın; PKK'nın barış ihtimaline sıktığı kurşunun mağduru olmayı başardı.
Bu mağduriyetin sahici nedenlerden mi ortaya çıktığı yoksa toplumun bazı kesimlerindeki Erdoğan düşmanlığı da kullanılarak oluşturulmuş bir “ürün” mü olduğu ise ortada…
Sonuçta; MHP'nin Türklüğe katkısı ne ise HDP'nin Kürtlüğe katkısı da o. MHP'nin kardeşliğe bakışı neyse, HDP'nin barışa yaklaşımı da üç aşağı beş yukarı aynısı.
Bütün bunlar bittiğinde; bu korkunç terör kabusu geride kaldığında; barış ve kardeşlik adına adımlar tekrardan atılacaksa bile; bunun HDP'nin aktörlüğüyle yapılamayacağı bence artık ortada… Bu süreçte bunu öğrenmiş olmak bile kazanç aslında…