Özgürlük mücadelesi mi, hegemonya savaşı mı?

04:002/10/2015, Cuma
G: 13/09/2019, Cuma
Özlem Albayrak

Artık şöyle bir ülke Türkiye:Memleketin en büyük yayın organlarında terörün kötü bir şey olduğuna, teröristin suç işlediğine yönelik haber/analiz yapılmıyor; köşe yazısı yazılmıyor; terör haberlerinde terör örgütünün adı bile anılmıyor. “Bomba patladı, 3 kişi öldü” rahatlığındaki haberlere baksanız, hayatını kaybedenlerin dış sebeplerle değil aniden hak vaki olduğu için öldüğünü düşünebilirsiniz…Bu ülkede PKK'nın sosyal medya hesaplarından yayılan propaganda amaçlı yalanlar, memleketin en büyük

Artık şöyle bir ülke Türkiye:

Memleketin en büyük yayın organlarında terörün kötü bir şey olduğuna, teröristin suç işlediğine yönelik haber/analiz yapılmıyor; köşe yazısı yazılmıyor; terör haberlerinde terör örgütünün adı bile anılmıyor. “Bomba patladı, 3 kişi öldü” rahatlığındaki haberlere baksanız, hayatını kaybedenlerin dış sebeplerle değil aniden hak vaki olduğu için öldüğünü düşünebilirsiniz…

Bu ülkede PKK'nın sosyal medya hesaplarından yayılan propaganda amaçlı yalanlar, memleketin en büyük yayın organlarında çalışanlar tarafından desteklenerek paylaşılıyor. PKK'nın özyönetim ilan ettiği Cizre'ye haklı ve meşru operasyonlar düzenleyen güvenlik güçleri bile, neredeyse katliam yapmakla suçlanıyor.

Öte yandan vuku bulan bütün kötü hadiseler dört koldan AK Parti'ye ve özelde Cumhurbaşkanı'na mal ediliyor: PKK'nın patlattığı mayınlardan sorumlu olan da Erdoğan, Hacıların üstüne vinç düşmesinin kabahatlisi de O; toprağa düşen her damla kanın, kırılan her camın sorumlusu da Erdoğan; Ahmet Hakan'ın dayak yemesinin suçlusu da O…

Hiçbir kutsalı, kırmızı çizgisi olmayan bir savaş yürütülüyor. Erdoğan nefretinde birleşen paraleller, muhalif medya ve diğerleri; öyle bir noktaya varmış durumda ki, terörün sonuçlarını bile Erdoğan'a fatura ederek örgütü temize çekiyor; AK Parti'nin tek başına iktidar olmasının önündeki tek engel olduğu için HDP'yi barış güvercinine, Demirtaş'ı özgürlük havarisine dönüştürüyorlar.

Tüm ahlaki gereklilikler aşılmış; çifte standartlar, yalanlar, şark kurnazlıkları, ikiyüzlülükler, hileler ortaya konulmuş durumda. Her hal karşıtını yarattığı için de, o görüşten ya da bu görüşten herkes kör nefretle bilenmiş durumda.

Öyle ki; hükümete yakın yayın yapan Star Grubu'na bomba konuldu; yöneticisi silahlı saldırıya uğradı; Demirtaş, aralarında Yeni Şafak'ın da bulunduğu gazeteleri meydanlarda sallayarak hedef gösterdi; CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin aralarında Yeni Şafak'ın da bulunduğu hükümeti destekleyen gazete ve TV'leri “seçimin ertesi günü bunların hepsine birden el koyacağız” diye tehdit etti. Bunların hiçbiri olurken basın özgürlüğü tehlikeye düşmedi; ama Ahmet Hakan saldırıya uğradığı için bırakın basın özgürlüğü protestolarını, neredeyse ikinci Gezi Halk Devrimi başlıyordu.

Muhafazakar kesimden onlarca yazara neredeyse periyodik aralıklarla dava açılır; pek çok kalem sahibi her yıl birkaç kez savcıya ifade vermeye gider; herkes duymamış görmemiş gibi yapar, kulağının üstüne yatar, ama bu durum Hasan Cemal'in başına ilk kez geldiğinde basın ve ifade özgürlüğü elden gider…

Lafı uzatmaya gerek yok; aslında hepimiz biliyoruz ki; hiçbir kırmızı çizgi kalmamacasına girişilen mücadelenin ve ölümcül çatışmanın zahirdeki gerekçesi ne olursa olsun; asıl sebebi hegemonya mücadelesi.

Evet, hegemonyanın literatürdeki tanımı; kabaca devletin ideolojik aygıtları ve organik aydınlarıyla kamuoyu oluşturmasıdır. Ancak Türkiye örneğinde durum bu kadar basit değil. Çünkü egemenliği oluşturan sacayağı siyaset, ekonomi ve kültürdür. Ve Türkiye'deki egemen güçlerin hegemonyası, bu üç alanda da yıllarca devleti dahi belirler ölçüde baskın olmuştur. Mesele, vaktiyle belirlenmiş yönetici sınıfların devletin de sahibi olduğunu düşünmesi ve devlet üzerindeki hakimiyetlerini kaybettiklerini düşündükleri an devlete bile muhalif hale gelecek ölçüde gözlerini karartabilecek denli özgüvenli olmalarıdır.

Aydın Doğan'ın, 13 yıl boyunca girdiği her seçimden zaferle çıkan, her seferinde halk tarafından taltif edilen bir Cumhurbaşkanını yalancı çıkaran bir mektup yazması, ardından bir mektup daha yazması; kendisinin henüz kullanmaya başladığı “atışma” dilini sahip olduğu yayın organlarının 94 yılından bu yana kullanıyor olması; başlıbaşına hegemonya mücadelesinin delilidir. 13 yıl değil, 113 yıl daha başta kalsa bile Erdoğan'ı kabul etmeyecek oluşlarının nedeni de, hala sınıfsaldır.

Aydın Doğan'ın “hükümet yıkıp, hükümet kurmadım, imasını bile etmedim” demesi de bir söz oyunundan başka bir şey değildir, çünkü normal şartlarda devlette olduğu varsayılan hegemonyaya sahip olmak demek zaten devletten bile güçlü olmak demektir… Aydın Doğan'ın, seçilmişe iade etmeye direndiği şey de budur.
#Aydın Doğan
#Star Grubu
#pkk