Türkiye'de yazılı olmayan şöyle bir kural vardır: Batı hayranıysan, ilerici, çağdaş, elit, değer ve stil sahibi bulunursun; ama Batı kültürüne dair şerhlerin varsa, gerici, anti-modern bulunur, alt sınıfın dikkate alınmama dehlizlerine postalanırsın. Maalesef bu yargının kısmi haklılık noktaları vardır. Sözgelimi değer inşa etmek bir yana birbirini yemekte olan İslam toplumlarına baktığında, İslam şehirleşmesinin, Batı'nın 300-500 yıl önceki şehir tasarımlarına, bireye verdiği değere bugün bile yaklaşmaktan fersah fersah uzak oluşunu göz önüne aldığında bunu görürsün.
Senin şehirlerin insanların insan gibi yaşayacağı yerler değildir, giderek birbiri ardı sıra heyula gibi yükselmiş betonların, estetik yoksunu ve içinde nefes alınamaz hapishanelere dönüşmüş evlerin, korkunç bir keşmekeşin mekanlarıdır. Senin insanlarının doğal olmayan sebeplerle her gün 5'er 10'ar, 50'şer 100'er ölmesi vaka-i adiyedendir ama Batı'da insan hayatı kıymetlidir. Bu nedenle Batılı olmayı medeniyetle, insanlık değerleriyle ilişkilendirenler bir yere kadar haklıdır.
Gelgelelim, Avrupalılar'ın kendi sınırları dışında kalanlara uyguladığı ayrımcı, giderek ırkçı muamele; meğerse Batı'nın yüzyıllar boyunca üst üste koyduğu değerlerin sadece Batılı ülke pasaportu taşıyanlar için geçerli olduğunu gösteriyor. Bunun ucu sömürgeciliğe kadar götürülebilir, Avrupa'nın göçmenlere yıllarca reva gördükleri hatırlatılabilir ama bugünlerde mültecilere yapılanlar, artık insanı insan olmaklığından utandıracak boyutlara ulaşmış durumda. Üstelik bu vicdansızların sayısı da, istisna deyip geçmek için çok fazla.
Kısa bir haber turu yaptığınızda, vehameti rahatlıkla görebiliyorsunuz; 3 Şubat tarihli haberde Belçika'nın Batı Flandre ili Valisi Carl Decaluw'un, sığınmacılara yardım edilirse daha fazla gelecekleri gerekçesiyle, halka “mültecilere yemek vermeyin” dediği yazıyor. Üstelik, “sığınmacıları denize dökelim” diyen Göç Bakanı'ndan (Belçika), “gerekirse vuralım” diyen parti liderine (Almanya AFD Partisi) dek Avrupa bunlarla dolu.
Danimarka'nın Aralık ayından itibaren ülkeye gelen göçmenlerin ziynet eşyalarına el koyması ve bu zorbalığı yasalaştırılması zaten unutulacak gibi değil. Yunan ve İtalyan sahil güvenlik birimlerinin ise Aylan Kürdi'nin ölü bedeninin fotoğrafı dünya kamuoyunun dikkatini çekmeden önce, mülteci botlarını batırarak ölümlerine yol açtıkları ise konuyu az çok takip eden herkesin bildiği bir gerçek.
Almanya'nın performansını da unutmayalım tabi; Avrupa'ya giriş yapan 1 milyon mülteciden bunalan ve 2017'ye dek bu rakamın 3 milyona çıkacağını hesaplayınca çareyi Türkiye ile iyi geçinmekte bulan Almanya yönetiminin oyunculuk gücünü. Merkel, açıktan mültecilerin Avrupa sınırlarını geçmesini önleme karşılığında Türkiye'ye yüklü bir miktar destek önerip; yıllardır askıda bulunan AB üyeliği konusunda da göz kırmaya başladı. Üstelik, bu fikir değişikliğinin “çıkarlar” nedeniyle olduğunu gizleme ihtiyacı duymayarak…
En son gelen habere göre ise, Midilli halkı Nobel'e aday gösterildi. Neden? Yunanistan göçmenlere çok mu iyi davrandı? Hayır, bilakis geçen yaz Yunanlı Sahil Güvenlik ekiplerinin denizin ortasında 50'nin üstünde göçmeni taşıyan bir mülteci botunu ellerindeki delici aletle patlatarak olay yerinden hızla uzaklaştığı görüntülenmişti. Ve kamerayla görüntülenene dek bunu kaç kez yaptıkları da belli değildi. Ama yine de Midilli adası sakinleri Nobel'e aday gösterildi, çünkü Yunan Emilia Kamvisi adlı kadın mülteci bir bebeğe biberonla süt verirken fotoğraflanmış ve bir balıkçı da sığınmacılar boğulurken onları denizden kurtarmıştı.
Geldiğimiz noktada, Batı terazisinin bir kefesine “bir bebeğe biberonla süt vermeyi”, diğer kefesine de “3 milyona yaklaşan sığınmacıya, yıllardır çalışma, barınma, eğitim ve sağlık hizmeti vererek hayatta kalma imkanı sağlamayı” koyduğunuzda biberon ağır basıyor. Görünen o ki Batı yarıkürede, keser gibi sürekli kendine ve kendi tarafında olana yontmaya adalet deniyor.
Ama bunlar mühim değil, mühim olan Türkiye'nin Suriyelilere şimdiye dek yaklaşık 8 milyar dolar civarında harcama yapmış olmasıdır. Mühim olan, Türkiye'nin kendi vatandaşı olmasa bile, Türkiye'ye ekonomik ve sosyal külfet anlamına gelecek olsa bile, insan hayatı sözkonusu olduğunda buz gibi çıkar hesaplarıyla değil, insanlık rikkatiyle hareket etmesi ve edecek olmasıdır.
Batı kültürüne gelince; tıpkı güzel şehirler kurdukları gibi; tüm insanlığın doğuştan gelen haklarını, mutlu olma hakkına varıncaya dek belirleyen ve tanımlayan Batı'nın, kendine Batılı olduğu bir kez daha ortaya çıktı işte. Bizimse şehirlerimiz o kadar da güzel değil belki, ama sanırım onlarda olmayan bir şeye sahibiz: Vicdana!
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.