PKK'nın teröre yeniden başlamasının ardından, HDP'ye ve Selahattin Demirtaş'a yöneltilen eleştirilere karşı şöyle bir savunma yapılıyor: HDP ne zaman karar alma mekanizmasıydı ki, şimdi olsun! Bunu söyleyenler, HDP'nin “Barış getiririz diyerek oy istediler ama getiremediler” gerekçesiyle eleştirildiğini iddia ediyor.
Oysa bu doğru değil. HDP'nin bir çağrıyla Kandil'e silah bıraktıracak ya da barışı getirecek denli güçlü olduğunun düşünüldüğünü sanmam. Varoluşunu silahta ve öldürmekte bulan Kandil'in Öcalan'ın çağrılarına bile -“Barışa Apo karar veriyor olabilir ama savaşa biz karar veririz” diye cevap vermesinden anlaşılacağı üzere-, dönem dönem kulak asmadığını bildiğimize göre, herhalde herkes HDP'nin silah bıraktırma noktasında zurnanın son deliği olduğunu tahmin edebilecek zeka seviyesinde.
Zaten seçmenin de, HDP'ye barışı getirebilecek bir kudreti olduğunu düşündüğü için oy verdiğini sanmam. Mesele, Kürt siyasal temsiline, Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihinde görülmedik derecede ılıman bir siyasal iklim sunulması; HDP'nin yüzde 13 oy oranı ve 102 belediyeyle meyvelerini topladığı bu iklimi ışık hızıyla çoraklaştırmayı başarmasıydı.
“PKK sizi tükürüğüyle boğar”, “Sırtımızı PYD'ye dayıyoruz”, “PKK'ya silah bırak diyemem” ve benzeri inciler, seçimlerin hemen ardından HDP'li ağızlardan döküldü. Oysa HDP'den beklenen, PKK'ya talimat verip silah bıraktırması değil, sorunların meşru siyasal alanda kalarak çözülebileceği basit gerçekliğini içselleştirebilmeleri, şartlar ne olursa olsun meşru siyasi koordinatlar içinde kalma konusunda inat etmeleri ve Kürt meselesinin siyaset içinde çözümü anlamına gelen Çözüm Süreci'nin üstüne titremeleriydi.
Yapamadılar.
Bunun yerine ne yaptılar? İktidara geldiği günden bu yana, memleketteki bin yıllık vesayet düzeniyle çarpışa çarpışa Kürtlerin haklarının iadesine yönelik bir irade ortaya koyan, engellerin üstünden atlaya atlaya Çözüm sürecini başlatan aktörü düşmanlaştırdılar, şeytanlaştırdılar.
Aslında bu düşmanlık Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasının start aldığı günden bu yana sürüyor; üstünden bir de 7 Haziran geçti ama Selahattin Demirtaş hiç değişmedi, hatta çıtayı daha da yükseğe koydu: “Seni Başkan Yaptırmayacağız”.
Demirtaş böylelikle hem anti-Erdoğancı cephenin düşmanlığını araçsallaştırarak kendisine alan açtı, hem de Türkiye'nin Kürtçü ve Türkçü vesayet odaklarını aynı anda ihya etmiş oldu. Az bir bedele gözünü kırpmadan harcadığı ise birincisi çözüm süreci, ikincisi ise Kürt siyasetinin meşru alanda yeralma imkanıydı.
Evet, HDP şu anda 80 vekille Meclis'te ama yaptığı tek şey PKK'nın adam öldürmesini diğerleriyle birlikte izlemek. Madem Kürtlerin haklarını temsilen silahlar konuşacaktı, HDP'lilerin meseleyi siyasal alana çekmek için ama açıktan am zımni hiçbir çabası olmayacaktı, bütün bu müzakere/konuşma/iletişim kurma uğraşları niyeydi?
Bırakın silahlı örgütü barışa ikna etme çabasını, HDP üyeleri 10 Ağustos seçimleri öncesinden bugüne barışı sabote edebilecek ne kadar cümle kurulabilecekse hepsini kurdu. Bunun izleğini Selahattin Demirtaş'ın son 2 yıllık bütün konuşmalarında bulmak mümkün. Aslında, iyi bir okuma yapılsaydı, çözüm sürecinin Kürtlerin temsilciliğine soyunanlar tarafından gözden çıkarıldığı ve PKK terörünün bir bahane bulunarak yeniden başlatılacağı ta 10 Ağustos seçimleri öncesinden görülebilirdi.
HDP yani tek başına barışı sağlayabilecek konumda olduğu için değil; engin bir dar kafalılıkla siyasi alanı ve siyaset imkanlarını kullanamadığı ya da kullanmadığı için eleştiriliyor. Hükümet ya da devletin icraatlarını, temsil ettiği kitlenin çıkarları lehine etkileme, değiştirme veya yönlendirme gibi bir ihtimal varken, bir başka aktörün PKK'nın tüm bu ihtimalleri silahlı saldırıyla yok etmesine karşı, hiçbir “direnişte” bulunmadığı için…
Üstelik dibine kadar haklı bir eleştiri bu. Kimse bilmemezlikten gelmesin…