Önce ABD'ye seferler düzenledi. Obama'nın DAEŞ'e karşı PYD'ye açıktan destek verdiği, dolayısıyla Türkiye-ABD ilişkilerinin o kadar da iyi gitmediği, en azından çıkar çatışması yaşadığı günlerde… Söylediğine göre bu ziyaretlerin sebebi “özyönetim” ya da “otonomi” talebi değil, Amerikalılardan Barış Süreci için arabuluculuk yapmalarını istemekti.
Daha sonra, Türkiye'nin Gezi sürecinden sonra mülteci krizi ortaya çıkana dek ilişkilerinin pek de sıcak olmadığı Almanya'ya gitti. Defalarca Brüksel'i ziyaret etti. Gittiği yerlerde sadece Barış Süreci'nin devamından yana destek ve işbirliği istediğini söyledi.
En son Rusya'da görüldü. Yine Türkiye'nin dönemsel bir anlaşmazlık yaşadığı bir ülkede. O ülke ki, yaşanan uçak krizinden sonra, Türkiye'yi, ama resmi ağızlar ama ekranlardaki yorumcular yoluyla PKK'yı desteklemekle, Türkiye'nin Güneydoğusu'ndaki terörü büyütmekle tehdit etmişti.
Selahattin Demirtaş, birkaç ay öncesine dek hep Türkiyelileşmekten söz etti; ama kazara Türkiye bir ülkeyle sorun mu yaşadı; hemen o ülkeye koştu. Bahanesi de hep hazırdı; “Barış Süreci”.
Aslında, Demirtaş'ın Türk yetkililerle görüşmediği barış fikrini neden çeşitli yabancı ülke yetkilileriyle görüştüğü de; uçak krizi patlar patlamaz neden hemen Türkiye'yi PKK'yı desteklemekle tehdit eden Moskova'ya gittiği da açık.
Tıpkı, en başından bu yana, Türkiye'yi DEAŞ'a destek vermek suçlamasıyla savunmasız bırakmaya çalışmasının nedeninin açık olduğu gibi. Tıpkı, gittiği yerlerden her geri döndüğünde yaşadığı sebebi belirsiz özgüven patlamasıyla iç savaş tehdidi savurmasının sebebinin belli olduğu gibi… Terör örgütleri, tarihin her döneminde birer maşa olmuştur. PKK da kurulduğu günden bu yana, Türkiye'ye karşı yürütülen “kulak çekme” stratejilerinde sürekli masada bulunan bir karttır, hizaya getirilmek istendiğinde bu kart çıkarılır, ilişkiler iyiyken kınına geri koyulur.
Terör örgütleri de bu “kullanıma” çıkarları öyle gerektirdiği için gönüllü olur. Amaç, “savaştığı” ülkeyi zor durumda bırakmak, taviz vermeye zorlamaktır. Hiçbir ülkenin buna boyun eğmeyeceği de; terör örgütlerinin ise kullanıldıktan sonra paçavra gibi atılacağı ise ayrı konudur. Bunu geçelim.
Demirtaş'ın bütün Türkiye'nin gözünün içine baka baka yaptığı şey, PKK'nın da denklemde bulunduğu bir dış ilişki ağı kurarak, bu ilişkilerden temsil ettiğini söylediği kitle adına çıkar devşirme çabasından ibarettir.
Bu, asla Türkiyelileşmek değil; olsa olsa Sur'da, Cizre'de, Silopi'de açılan hendekleri Türkiye'nin dış ilişkilerine yayma çabasıdır.
Öyle olmasaydı; Demirtaş, Rusya'ya gidip “Türkiye'nin dış politikasını yanlış buluyoruz, uçağın düşürülmesini yanlış buluyoruz” diye gerilimden fayda tahkimi çabasına girişmez; içinde yaşadığı, nefes aldığı, çocuklarını büyüttüğü ülkeye ihanet noktasına gelmezdi.
Doğrusu ben Demirtaş'a baktığımda Türkiyelileşme isteğinde bir siyasi parti lideri görmüyorum. Gördüğüm tek şey, Türkiye'nin eli zora düşer düşmez bunu silahlı terör örgütü lehine faydaya tahvil etmek için yabancılara yaltaklanan oportünist bir kukla…
Gördüğüm, siyasetin legal zemini içinde kalarak PKK'ya silah bıraktırma, en azından bunu deneme gibi bir sorumluluğu olması beklenen -hele de barış kelimesi hiç ağzından düşmüyorsa- ama bunu yapmak yerine, Türkiye'yle savaşan PKK'ya destek arayışlarına çıkmak için yaşadığı ülkenin dezavantajlarını kollayan bir fırsatçı… Bir maymuncuk belki de… Her kapıya uyan… Her yola gelen… ABD'sinden Rusya'sına 180 derece dönen…