Selahattin Demirtaş, akşamında PKK'nın Sultanbeyli'de bir polis karakoluna bombalı saldırı düzenlediği İstanbul Barış Mitingi'nde barışı savunmuş. Demirtaş, “Sayın geçici Başbakan bize talimat vermeyi bırak, önce terörle arana mesafe koy… Biz sivil siyaset yaptık sizi iktidardan düşürdük. Siz ne yaptınız silaha sarıldınız. Asıl terörle arasına mesafe koyması gereken AKP'dir” demiş.
Figen Yüksekdağ ise Köln'e gidip, Deutsche Welle'ye röportaj vermiş. Röportajda PKK'nın yaptığının terör olmadığını söyleyen Yüksekdağ'a göre, HDP ile PKK'nın herhangi bir bağı da yokmuş. Yüksekdağ ayrıca “PKK bir halk özgürlük hareketidir. Aynı zamanda demokrasi ve eşitlik mücadelesi veren bir örgüttür. Bizler PKK'nın bu hedeflere ulaşma konusunda başvurduğu yöntemleri onaylamıyoruz. Ancak şunu da kabul etmeliyiz ki, uyguladığı program terör değildir” diye konuşmuş.
Biri “PKK terör örgütü değildir” diyor, diğeri Türkiye sınırları içinde her gün ama her gün her gün insan öldürmeye devam eden PKK konusunda dişe dokunur tek bir laf etmezken, bulduğu her mikrofonda AK Parti'yi “terör destekçiliği”yle suçluyor.
Tuhaf değil mi? PKK vuruyor, bu insanlar bir yandan PKK'yı neredeyse aklıyor, bir yandan da bu ülkeye hükümet etmeye başladığı günden bu yana Kürtlerin haklarını iade edip terör sorununu bitirmeye çalışan Erdoğan'ı ve AK Parti'yi suçluyor.
Gerçeklik algısıyla, tarihsellikle, ortak hafızayla bağlarını koparmış gibiler. Oysa gerçekler bin yıl, hep bir ağızdan, aksi iddia edilse dahi gerçek olmaktan çıkmıyor. Bu insanlar, herkesi kör alemi sersem belliyor.
İki seçenek var: Ya Demirtaş ve Yüksekdağ, PKK'nın uyuyan insanların ensesine sıkma, kaza ihbarıyla pusu kurarak adam öldürme, bomba patlatma ve benzeri eylem biçimlerini meşru bir mücadele yöntemi olarak görerek terörü onaylıyorlar –ki bu durumda neden TBMM'de oldukları sorusunun bir cevabı olmazdı- ya da PKK'dan ölümüne korkuyorlar.
Aslında ikinci seçeneğin örneklerini defalarca müşahede ettik; Demirtaş seçimden sonra “emanet oylar” konusunda Kandil tarafından sertçe uyarıldığı anda, ağız değiştirdi. Aynı Demirtaş, Financial Times'a verdiği röportajda “PKK'nın misilleme taktikleri kirli” dediği halde, sonradan “ben öyle söylemek istememiştim” diye çark etti.
Elbette; Demirtaş da, Yüksekdağ da, PKK'nın hain ve ajan ilan ederek öldürdüğü aralarında üst düzey görevliler de olan yüzlerce PKK'lıyı da; en başından bu yana Kürt siyasetinin içinde bulunan ve son olarak HADEP'in kapatılmasından önce bu partide uzun süre Genel Başkan Yardımcılığı yapan Hikmet Fidan'în 6 Temmuz 2005 yılında ensesinden tek kurşunla neden infaz edildiğini de
hepimizden daha iyi biliyor.
Oğlu Zinnar Fidan'ın “Babam silahların gölgesinde siyaset fikrine karşı çıktığı için öldürüldü. O'nda silahsız, düşünce gücüyle, beyinle siyaset anlayışı vardı. Babam belki onlara tehdit oluşturduğu için öldürüldü” dediği Hikmet Fidan'ın hikayesini.
HDP Eşbaşkanları elbette biliyorlar, insanların başlarına nelerin geldiğini. Hikmet Fidan'ın, PKK'nın kullandığı silahlı mücadele yöntemlerinin Kürtlerin özgürlük taleplerini gerçekleştirmelerine engel oluşturmaya başladığını söylediği için öldürüldüğünü…
Sonuçta, belki de geldiğimiz noktadaki sorun; Türklerin cesur bir lider çıkarabilmişken; meşru zeminde siyaset yapma imkanını şimdiye dek hiç olmadığı kadar geniş olanaklarla yakalayan Kürt siyasetinin korkusuz bir siyasetçi çıkaramamış olmasıdır.
Belki de yani, HDP'de “siyasi hayatımın bitmesi pahasına” diye başlayıp, “gerekirse baldıran zehiri içerim” diye devam edebilecek kimsenin bulunamaması; aksine HDP'lilerin sadece yalan söylemesi, PKK'nın elini bu derece rahatlatmıştır.
Ne dersiniz?