Kabaca, aydınlanma sonrası modern toplumların kanaat önderleri diyebileceğim “aydınlar” üzerine ilk kapsamlı eleştiri kitabını (Aydınların İhaneti- 20.yy başı) Julien Benda yazdı. Ama bu kitaptan önce de, sonra da aydınlar hakkında çok yazıldı, çizildi. Aydınların işlevleri kadar; siyasi ihtirasları, kullanışlılıkları, sadece kendi grup çıkarlarını koruyuşları ve benzeri olumsuz özellikleri tarih boyunca düşünenlerin merak konusuydu.
Weber'den Marx'a, Gramchi'den Foucault'ya, Althusser'den Bauman'a, Sartre'dan Said'e Habermas'a kadar sosyolog-düşünürlerin hemen hepsinin
bir aydın ya da entelektüel tanımı oldu. Ama bu tanımlar genellikle eleştiri yüklüydü. Sözgelimi Sabri Ülgener'in işlevsellik üzerinden tanımladığı aydınlarla ilgili asıl eleştirisi; onların rolünün her zaman olumlu olmadığı, aksine insanlık dışı durumları meşrulaştırmada aydınların önemli sorumluluğu bulunduğudur. Cemil Meriç'in ideal tanımına göre ise, “her türlü haksızlığa karşı uyanık bir vicdan”ın sesi olmalıydı aydın.
Ama bakalım öyle miydi?
Yüzyıllar boyunca düşünen insanların kafasını meşgul edecek kadar neden mühim oldu aydın kavramı? Çünkü aydınlar bazen birer ideolog, kimi zaman kamuoyunun, cemaatlerin, kültürün biçimlendiricileri, yeri gelince ulusal-kutsal değerler sistemi üreticileriydi. Aydınlar kültürel sembollerin, söylemlerin kristalize olmasına önayak oldular, zihinlerin şekillenmesinde yadsınamaz roller oynadılar bugüne dek.
Dolayısıyla aydınların kültürel olarak belirleyici-dönüştürücü olduğu kadar da sorumlu olması, öyle davranması gerekirdi; yaşadığı toprağın çıkarlarını kendi bireysel çıkarlarına öncelemesi, ülkesinin kazancını kendininkinden önce tutması beklenirdi. Aydının görevi yani, cebini doldurmak, dolduramadığında elinden gelse ülkeyi ateşe verecek kadar kendinden geçmek değil, etik sorumluluktu.
Belki pek çok ülkede öyle olmadı, ama Türkiye'de hiç olmadı.
Benda, Fransız aydınlarını eleştirdi; Almanlar Alman aydınları, İngilizler İngiliz olanları. Ama sanırım tarihin çok az döneminde aydınlar Türkiye'nin bugününde olduğu kadar kendini kaybetti. Bırakın etik sorumluluğu; memlekette ulusalcısından demokratına, solcusundan Kürdüne kadar aydınların ortak tek bir hedefi var: Erdoğan ve AK Parti.
Bu uğurda ne dönüşler yapılmadı ki… Çözüm süreci devam ederken hükümeti vatanı bölmekle suçlayan ulusalcılar başta bazı aydınlar; bugünlerde safariye çıkmış gibi patır patır asker, polis öldüren PKK'ya düzenlenen operasyonlar nedeniyle hükümeti, devleti eleştirme, PKK'yı şirin gösterme, haklı çıkarma yarışına girmiş durumda…
Siyasete ve topluma karşı düzenlenen asimetrik savaşın bir parçası hepsi. “Erdoğan'ı devirmek” adlı kuralsız savaşın ön saflarında hile, desise, yalan, iftira, bel altı vuruş dahil bildikleri tüm hileleri sergiliyorlar durmadan. Yapmanın değil yıkmanın peşindeler. 7 Haziran seçimlerinden sonra yazılan “bazen istikrarsızlık iyidir”, “biraz da belirsiz olsun her şey” temalı yazıları hatırlayın… İlginçtir, geldiğimiz noktada doların 3 bin TL'ye dayanmasından da AK Parti'yi sorumlu tutuyor aynı kesim. İki ay önce istikrarsızlığı öven kendileri değilmiş gibi...
Yıkılan şeyin nasıl tekrar inşa edileceği konusunda ise fikri yok hiçbirinin. Eldeki seçim sonuçlarıyla bu ülkenin nasıl düze çıkacağı konusunda tek bir öneri üretemediler. Hatırlayalım; bunların siyasetteki izdüşümü olan CHP ve MHP de, koalisyona yanaşmadığı gibi önce yeniden seçim isteyip, sonra da seçime itiraz ediyordu; oyunbozan çocuklar gibi “çizdim ama oynamıyorum” modundaydı. Aynı tavrı, 2 aylık seçim hükümeti konusunda da gösterdiler.
Sorumlu davranmak, mutedil olmak, taşkınlık yapmamak ödevi ise, nasıl ki onyıllar boyunca devletin baskısına zarif bir biçimde direnen dindar kitlelere kaldıysa; şimdi ağırbaşlı olma görevi de bu sosyolojinin siyasetteki karşılığı olan AK Parti'ye düşmekte. Bu görev; barışı neredeyse sabote etmiş, seçim tarihi açıklanana dek PKK'ya silah bırak dahi diyememiş HDP'yle aynı karede bulunmak oluyor. Oy kaybetme pahasına hem de…
Benda, Fransa için Aydınların İhaneti başlığını atmıştı kitabına. Türkiye için ise, Sömürge Aydınların Şımarıklığı ve Sorumsuzluğu başlığı gayet yerinde olurdu bence…