Aydınların şımarıklığı-2

04:002/09/2015, Çarşamba
G: 13/09/2019, Cuma
Özlem Albayrak

“Ben, asıl ben, bu toprağın malı olmayan ve hepsi dışarıdan gelen maddeler, unsurlarla yoğrula yoğrula adeta sınai, adeta kimyevi bir şey halini almışım”.Yakup Kadri Karaosmanoğlu, YabanSabri Ülgener; Zihniyet, Aydınlar ve İzm'ler kitabının Aydınları anlattığı bölümünü bu satırlarla açar. Hakikaten de Cumhuriyet aydınıyla ilgili bir telmih yapılacaksa, bunun için Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Yaban romanından daha velud bir eser yoktur herhalde. Kitapta Türk aydını, kendi karşıtına yani köylülüğe

“Ben, asıl ben, bu toprağın malı olmayan ve hepsi dışarıdan gelen maddeler, unsurlarla yoğrula yoğrula adeta sınai, adeta kimyevi bir şey halini almışım”.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban

Sabri Ülgener; Zihniyet, Aydınlar ve İzm'ler kitabının Aydınları anlattığı bölümünü bu satırlarla açar. Hakikaten de Cumhuriyet aydınıyla ilgili bir telmih yapılacaksa, bunun için Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Yaban romanından daha velud bir eser yoktur herhalde. Kitapta Türk aydını, kendi karşıtına yani köylülüğe dolayımlanarak tarif edilir. Ki bu dolayımlama ne boşuna, ne de tesadüftür.

Çünkü genç Cumhuriyet'in şekil olarak taklit ettiği Fransız Aydınlanmasının da siyasal kurgulanışı karşıtlık üzerinden görünür olmuştur. Fransız Devrimi'nden önce, hayatları domine eden inanma biçimlerine göre, İslam ve Hristiyanlık olarak ikiye ayrılmış bulunan dünya siyasalı; aydınlanma sonrası yönlere (Doğu, Batı, Kuzey, Güney) ayrılmış; Batı'nın yüceltilişi, Doğu'nun olumsuzlanışı üzerinden mümkün kılınmıştır.

Zira gerilimler üzerinden görünmek aydınlanmanın alameti farikası, hatta özüdür.

Türkiye'de kurulan yeni Cumhuriyet'in aydınlanma süreci de, toplumsal kesimler arasında gerilimler oluşturulmak suretiyle sağlanmıştır; aydının köylüyle kırılgan ilişkisinin anlatıldığı Yaban da bu yüzden prototip denilebilecek kadar belirgin özellikli, siyasal ve sosyolojik bir pencere açmasıyla çok değerli bir romandır.

Romanda Türk aydını köylü olumsuzlanarak, ikisi arasında iletişim kurulamamasıyla tarif edilir. Nitekim, Cumhuriyet paradigması da, kenti köyü olumsuzlama, ulusu ümmeti olumsuzlama, Latin harflerini Arapça ve Osmanlı'cayı olumsuzlama, bilimi dini olumsuzlama üzerinden tarif etmiş; varlığını ikili gerilimler üzerine oturtmuştur.

Tıpkı Fransız aydınlanması gibi… Şu farkla ki, Batı aydınlanmasının “ötekisi” ulusal unsurlar değil, Doğu'dur; çünkü Doğu, Amerikalar (Kıta Avrupa'sı içten içe hem Güney hem Kuzey Amerika'yı ötekileştirir) yüzyıllar boyunca onların sömürgesi olagelmiştir. Ama TC'nin ve yerli dinamiklerle değil taklitle aydınlanma yaşayan bütün Batı dışı toplumların temel paradigması ulusal unsurların birbirini değillemesi üzerine oturtulur: Onların ötekisi, ulusal unsurlardır. Kürt Türkü, Türk Kürdü, Alevi Sünniyi, Sünni Aleviyi kimlik üzerinden ötekileştirir.

Bu yüzden Türkiye'de köylü aydını “kaprisli” ve “art niyetli” bulurken, aydın da köylüyü “cahil” ve “gerici” olmakla itham eder. Ama Avrupa'daki bir ülkede ulusun asli parçaları arasında çatışma yokken, göçmen düşmanlığı alır başını gider. Batı'da da elbette; aydın-halk arasında bir gerilim yok değildir, ama ateşi hiçbir zaman Türkiye'deki kadar yükselmez, mahiyeti asla nefret düzeyine erişmez.

Batı aydını için öteki ulus dışında aranır. Bu yüzden zaten, büyük oranda oryantalisttirler.

Durum bugün de farklı değildir üstelik. Eskiden bu yana aydınlar iktidarın sözcülüğünü yapmakla eleştirilmiştir. Sözgelimi Foucault “söylem” teziyle bunu açıklarken, Gramsci “devletin organik aydınları” kavramıyla aydınların rolünü eleştirir. Gramsci haklıdır ama iktidarlar artık devletlerle sınırlı değil; zira bugün devletler üzerinde ulus üstü iktidarlar olduğuna eminiz.

Türkiye'de ise AK Parti dönemine dek, devletin her türlü acımasız politikasını söylem yoluyla göğüslerinde yumuşattıktan kitlelere pas atan bir aydın takımı vardı. Oysa AK Parti her seçimden başarıyla çıktıkça, Cumhuriyet aydını hükümeti ve devleti eleştirmeye başladı. O derece başladı ki, Ortadoğu'daki egemen güçlerin taşeronu haline gelmiş terörü destekleme noktasına dek geriledi ve daha da kötüsü bu düzeyi ahlaki olarak da sorunlu da görmedi. Çünkü devletin başına hem köylü, hem cahil, hem dindar olan, dolayısıyla onların karşıtlık içinde bulunduğu bütün özellikleri bir arada taşıyan kadroların geldiğini düşündüler, o kadroların hükümet etmemesi gerektiğine inandılar/inanıyorlar. Bu karşıtlık Cumhuriyet aydınının etine o derece işlemiş durumda ki, PKK'yı kukla gibi oynatan ve asla yerli olmayan egemenlere yöneldiler.

Doğu ve Batı aydını arasındaki fark tam da dayanak aldıkları gerilimden geliyor yani: Batı aydını siyasal pozisyonunu ve gerilimini Doğu karşıtlığı üzerine kurarken; Doğu aydını ve özelde Türk aydını ivmesini kendi toplumunun değerlerine karşıtlıktan alıyor.

Sonucu görüyorsunuz.
#Aydınların şımarıklığı
#Yakup Kadri Karaosmanoğlu
#Sabri Ülgener
#Zihniyet
#Aydınlar