ABD Başkanı Trump'ın seçim vaatleri arasında en çok tepki ve eleştiri alanlar, göçmenlere yönelik uygulanacağı söylenen ayrımcılıklardı. Bu ayrımcılıkların “Meksika sınırına duvar örmek" ya da “Müslüman göçmenlere vize sınırlaması getirmek" gibi nefret paratoneri olarak seçilmiş gibi duran stimülatif ifadeler ve uygulamalarla dillendirilmesi meseleyi daha da popüler kıldı; konu, günlerce, haftalarca medyanın gündeminden inmedi.
Oysa, Trump'ın yapmak istediği şeyin ajitatif işlerle dikkat çekmekten fazlası olduğunu düşünmek için elimizde ciddi veriler var. Yeni Başkan'ın tüm planları, belli bir dünya görüşünün ayakları sosyal, ekonomik, siyasi olarak tasarlanmış bir uygulaması gibi gözüküyor.
Nitekim, göçmen ayrımcılığı kararlarının gölgesinde kaldı ve ABD dışındaki kamuoyundan pek alıcı bulmadı, ama Trump'ın ABD firmalarının yurtdışında üretim yapmasına engel olmak gibi bir vaadinin olması ve Başkan olduktan sonra da bunda ısrar etmesi tartışılmayı hak eden bir mesele. Trump, 3 Ocak'ta twitter hesabından yaptığı bir paylaşımda “General Motors, Meksika'da ürettiği Chevy Cruze modelini, ABD'deki otomobil galerilerine vergi ödemeden gönderiyor. Ya ABD'de üretim yap ya da büyük bir sınır vergisi öde" şeklinde bir tehdit savurmuş, BMW firmasının da Meksika'da değil ABD'de üretim yapmasını istemişti. Buna karşılık General Motors ülkedeki üretim faaliyetlerine ek yatırım yapacağını ve 7 bin kişilik istihdam sağlayacağını; şirketin daha önce Meksika'da ürettiği pikap kamyonetlerin Michigan eyaletinde üretilmesi için çalışmalara başlayacağını duyurmuştu. Bu çağrı Amerikan pazarında iş yapan yerli, yabancı pek çok otomobil markalarından karşılık buldu; Hyundai'dan Toyota'ya, Ford'dan Fiat'a, Chrysler'e kadar…
Trump'ın yaptığı bu açıklamaya Alman Ekonomi Bakanı Sigmar Gabriel ise tepki gösterip, ABD dışında üretilen otolara yüzde 35 gümrük vergisi uygulamanın Amerikan otomotiv sanayisini kötüleştireceğini ve zayıflatacağını iddia etmişti. Alman Bakan, endişelerinde haklıydı, çünkü bugüne kadar işleyen düzen şu şekildeydi: Evet, Amerika fordizmin çıkış yeriydi. Yani, üretimin standartlaştırılması, otomasyon yöntemiyle kitlesel üretim yapılması, üretimde merkezi örgütlenme, niteliksiz işçilerin büyük ölçekli işletmelerde yoğunlaşması gibi durumlar ağır sanayi çağının gösterenleriydi. Ford otomobil markasının sahibi Henry Ford'un, üretim bandı uygulamasını gösteren sistemdi fordizm. Düşük ücretli işçilerine araba satarak ve onları ömür boyu borçlandırarak fabrika işçiliğine bağımlı kılan Ford, adı kapitalist endüstrileşme ile ve 2. Dünya Savaşı sonrası ABD ekonomisiyle özdeşleşen bir dahiydi. Bu dönemin devlet modeli ise refah devletiydi.
Ancak daha sonra, refah devleti çaptan düştü, küreselleşme başladı. İleri teknoloji üretebilen ABD, Avrupa ve Japonya ve benzerleri, otomotiv gibi ağır sanayi birimlerini üçüncü dünya ülkelerine kaydırmaya başladı. Kendi ülkelerinde üretmeye devam ettikleri şey ise, çip düzeyine dek küçülen yüksek teknolojiydi. Devletler ise artık kendi içinde sirküle olan birer ulusal yapı değil, küresel ekonomik sistemin dişlileriydi. Avrupa Birliği, çeşitli paktlar ve bölgesel işbirlikleri içeren devletlerüstü yapıların –şimdi çatırdıyor olsa da- kurulması da bu dönemden sonradır.
Hatta –bunu daha önce de yazdım- ekonomistler, ABD için –ve elbette tüm dünya için- 1990'ların sonunda olacağı öngörülen küresel ekonomik krizin, ABD'deki giderek küçülmüş teknoloji sayesinde, 2008'e dek ertelenebildiği şeklinde yorumlar yapmışlardı.
Geldiğimiz noktada, Trump otomotiv gibi ağır sanayi sektörünün ABD'ye geri dönmesini istiyor. Ancak, hem gelişmiş ülkelerdeki sınıfsallaşma çok artmış düzeyde; neredeyse hemen her iş kolunda mikro uzmanlıklar sözkonusu, hem de eskiden olduğu gibi, niteliksiz kalifiye olmayan işçileri modern çalışma koşullarına uygun olmayan bir şekilde ağır sanayide çalıştırmak eskisi gibi kolay olmayabilir. Üstelik üçüncü dünya ülkelerinde üretilmemeye başlanınca otomobillerin birim fiyatları da eskisine oranla yükselecektir.
Bütün bunlar bir yana, endüstrileşmesini tamamlamış bir dünya, yeniden endüstri çağına geri dönebilir mi? Dönse bile bu dönüş nasıl olur? Çoktan ölmüş olduğu tespiti yıllar önce yapılmış bulunan Refah Devleti tekrar canlandırılabilir mi? Küresel dünyadan yani, geri dönüş olabilir mi? Bütün bunlar cevap bekleyen sorular…
Görünen o ki, mesele, sadece göçmenlere yönelik ayrımcılıkla malul, içe kapanmış, sadece kendiyle ilgili olan; standartlarını, demokrasi ve insan haklarından taviz verebilecek düzeye düşürmüş bir ABD'den ibaret değil. Bu bakış açısının diğer ayakları da var ve bu ayaklar, dünyanın çoktan geride bırakmış olduğu bir dönemi geri çağırma noktasına, serbest ticaret döneminin bile gerisine doğru gidiyor. Üstelik bu sadece ABD'de de böyle değil, Avrupa'da yükselen ırkçılığın da sebep olabileceklerini ya da neyin göstergesi olduğunu düşünmekte fayda var…
Küreselleşmeci filan değilim, bu seçeneği ehveni şer olarak bile kabul etmek beni rahatsız eder doğrusu, ancak ABD'nin uygulamaya başladığı ve büyük ihtimal Avrupa'yı da peşinden sürükleyeceği bu yeni durumdan endişe duymak için de çok sebep var…
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.