Tanpınar, Ankara bahsinde, akşam vakti kaleden şehre bakarken hissettiklerini ne güzel ifade eder. “Bir milletin, tarihinin ne kadar uzun olursa olsun, birkaç ana vak'anın etrafında dönüp dolaştığı, birkaç büyük ve mübarek rüyaya, yaratıcı hamlenin ta kendisi olan bir imanın devamına bağlı olduğunu” anlatır.
Yaşadığımız şu günlerin, ne ölçüde Tanpınar'ın bahsettiği çerçevede yer alacağı, ileriki yıllarda belli olacaktır. Topyekûn bir saldırıya maruz kalan ülkemizin ve bölgemizin, başındaki badireleri en az hasarla atlatması için duacıyız. Rabbimiz kabul buyurursa kurtulmak mümkün. Yoksa helva gider.
Çok değil, birkaç yıl öncesine kadar ekranlar diyetisyenlerden geçilmiyordu. “Şunu yiyin, bunu yemeyin. Berikinden her gün bir avuç mutlaka. Ekmekten uzak durun, şekere yaklaşmayın. O yağ değil, bu yağ…”
Son dönemde o kadar lükse sahip olmadığımız anlaşıldı. Seçmen davranışları üzerine yapılan araştırma, halkın ilk sırada dikkate alacağı hususun “Terör konusu” olduğu ortaya çıktı. En önemli olacağı tahmin edilen 'Ekonomi' ile arasında birkaç misli fark var.
Geriye doğru gidersek, 28 Şubat ve 12 Eylül gibi darbelerin, ülkemizin kaderinde nasıl köklü sonuçlar doğurduğunu görebiliriz. Ülkemizin yani tek tek hepimizin. Sonraki yıllarda doğanlar da dâhil.
*
Her ayın on beşinde internet üzerinden yayınlanan Hece Taşları'nın son sayısında Tayyip Atmaca, “Hüzün tavan yapar Eylül ayında” başlığıyla okurların huzuruna çıkıyor.
Eylül deyince, bizim kuşağın aklına 80 darbesi gelir ilkin. Hüzünden bile önce darbeli günleri, yılları hatırlarız, elde olmaksızın.
Tayyip Atmaca, şiiri “düz yazı” gibi sunmuş. Anlayan anlasın dercesine. Başyazı niyetine yayınladığı metni dikkatsizce okuyan, imlaya önem verilmemiş bir nesir sanabilir. Baştan sona 11'li hece oysa…
*
“Bizim gördüğümüz bu eylül değil üzerinden yarım ömür eskidi kanımızda deli taylar koşarken ya kızıl elmanın peşine düştük ya orak çekice kulluk eyledik komünistler moskova'ya gitmedi mao lenin enver hoca ve che peşi sıra sürükledi herkesi arkasında devrim oldu iran'da sonra ressam konan çıktı ortaya sorgusuz sualsiz darağacında sallandırıverdi göğekinleri.
Bizim gördüğümüz bu eylül değil ağaçların yaprakları yeşilken birden bire soldu benizlerimiz damarlarımızda kan donuverdi asker yolda tuttuğunu götürdü peşi sıra gidenler de suçlandı ama kimse bilemedi suçunu hak nerde aranır hakkı kim tutar bilebilen bilgisini yitirdi kimse korkusunu taşıyamadı devlet derinlere daldı çıkmadı gömdük kitapları toprak altına.
Bizim gördüğümüz bu eylül değil ortada bir dava vardı netekim onlar soldan bizse sağdan dalardık herkesin gözünde bir at gözlüğü başka yöne baksa bile görmezdi ileriye bakanımız var idi biz sadece o bakana bakardık sanki biat etmiş gibi bakana bir söz söylemeden emre uyardık bıyığına bakıp adam seçerdik slogan atmazdık amerika'ya.
Bizim gördüğümüz bu eylül değil ulucanlar mamak diyarbekir'de anamızın iki katı ağladık sağır duvarlarla içten konuştuk marşlarla uyandık gece yarısı coplar sırtımızda izler bıraktı uysal koyun olmak için yarıştık dava kalmayınca mecbur barıştık hücrelerde çığlık ya Kur'an duyduk burada tanıdık sabır ve şükrü burda kaldık Allah ile başbaşa.
Bizim gördüğümüz bu eylül değil aynı silahlarla birbirimize ayrı gecelerde kurşunlar sıktık yufka yürekliler çetin yollarda bir bir döküldüler turan gelmedi denizin elinde kızıl bayrağı erdal eren aldı bastı bağrına sonra albayrağı selçuk duracık dualarla okşayarak yürüdü gözümü yumunca budur gördüğüm ne devrimci kaldı ne de ülkücü.”