Öyle bir yemin ettik ki kimseyi inandıramadık

04:0015/07/2016, Cuma
G: 13/09/2019, Cuma
Mehmet Şeker

28 Ocak 1920'de Mebusan Meclisi'nde gizli bir oturum yapılır. Osmanlı Mebusan Meclisi'nin son toplantısıdır.



Oturumda alınan kararlardan birinin adı “Misak-ı Millî”.



Bugünkü anlamıyla, “Millî Yemin”.



Üç hafta sonraki oturumda ise Edirne Mebusu Şeref Bey'in önergesiyle, o kararlar bütün dünyaya ilan edilir.



Açıklanan bildiri, I. Dünya Savaşı'nı sona erdirecek olan barış antlaşmasında Türkiye'nin kabul edebileceği asgarî barış şartlarını içerir.



*


Mustafa Kemal Paşa, ilk defa 1 Mayıs 1920'deki Meclis konuşmasında ve son defa 30 Ocak 1923 tarihli açıklamasında olmak üzere, çeşitli beyanlarında Musul vilayetini dâhil ederek Misak-ı Millî sınırlarını bakın nasıl tanımlıyor…



“Bu hudut İskenderun körfezinin güneyinden, Antakya'dan, Halep ile Katma istasyonu arasında Carablus köprüsünün güneyinde Fırat nehrine ulaşır. Oradan Deyrizor'a iner, oradan doğuya uzatılarak Musul, Kerkük ve Süleymaniye'yi içine alır.”



*


Alır…



Yahut alırdı.



Kâğıt üstünde böyleydi fakat sıra uygulamaya gelince, tam anlamıyla gerçekleşmedi.



Haritayı çizmek için kalemi eline alanlar, çizgiyi yukarıdan çekti.



Hatay bile çok sonra sınır içine dâhil edilebildi.



Aynı durum, Trakya'daki sınırlar için de geçerli.



Misak-ı Millî'ye göre oradaki topraklarımız çok daha geniş.



*


Asgarî dediğimiz, en az buna razı olabiliriz dediğimiz sınırları bile elimizde tutamadık, gerisine düştük.



Eğer yeminimize uysaydık, daha doğrusu uyabilseydik, Kerkük, Musul ve Süleymaniye kadar, bugün Suriye'nin kuzey kısmında yaşayanlar vatandaşımız olacaktı.



Urfa gibi, Antep gibi.



Ki biri Şanlı, biri Gazi.



*


Esasen Halep, Urfa'dan daha az şanlı ve Antep'ten daha az gazi değil.



Çanakkale'de şehit veren vilayetlerden birisi de orası.



Çarşısıyla, camileriyle, bütün eserleri ve insanıyla bizim.



*


Çizgiyi çekenler daha insafsız davranıp kalemi biraz yukarıda tutsalardı, Urfa ile Antep de dışarıda kalacaktı.



Maraş'ı bile aşağıda bırakabilirlerdi.



Ki bilirsiniz, nasıl kahramandır.



*


İki tane ecnebinin çizdiği çizgiyi, bugün çok fazla ciddiye alanlar var.



Hallerine bakıp, acı duyuyorum.



Onların arasında, Şanlıurfalı, Gaziantepli, Kahramanmaraşlı olanlar bile var.



İnanılır gibi değil.



Hatta Gümülcineli, İskeçeli, Dedeağaçlı, Kırcaalili, Şumnulu, Varnalı olanlar, Kosovalı olanlar bile…



*


Şimdi türkü vaktidir.



Balkan türküleri, Kerkük türküleri bir arada iyi gider…



Halimizi en iyi türküler anlatır.



Önce “Çalın davulları çaydan aşağı” diyelim, “Aman ölüm, zalim ölüm üç gün ara ver” diyelim.



Selanik içinde okunan sala gelsin, bizi bulsun.



*


Sonra da Kerkük'e kulak verelim.



“Yıktılar kalamızı / Sürdüler balamızı / Daha can boğazdayken / Çektiler salamızı



Ah Kerkük, yüz ak Kerkük / Her zaman yüz ak Kerkük / Ölseydim düşmeseydim / Ben senden uzak Kerkük



Elinde yad elinde / Öt bülbül yad elinde / Bir diyar mezar olsun / Kalmasın yad elinde



Can Kerkük, canan Kerkük / Her söze kanan Kerkük / Kalıptı yardan uzak / Mum kimin yanan Kerkük…”



*


Ve nihayet bir ülke düşünelim ki, kurucusunun doğum yeri olan şehri bile elinde tutamamış, sınırı dışında bırakmış.


Üstelik evvelce millî yemin ile “Burası bizim, kimseye vermeyiz” dedikten sonra...



Öyle bir ülke düşünelim ki, yarıdan fazlasının aslı, çok değil, bir asır öncesinde göçmen. Yani bugünkü sınırların dışından gelmiş.



Ve şimdi onların bir kısmı homurtu içinde.



Tıpkı, otobüse sonradan binen yolculara, öncekilerin mülkiyet hissiyle tepeden bakması gibi.


#Osmanlı Mebusan Meclisi
#Misak-ı Millî