Felsefe yaparsan, kimse zengin değil.
Muhasebe yaparsan, bazıları zengin, çoğunluk değil.
“İstanbul'da milyonlarca rezidans olduğunu” söylemek mesela, son derece ilginç bir savunma yöntemidir.
En başta, saymayı bilmediğin anlaşılır.
Kendi ağzınla, kendi dilinle itiraf etmiş olursun.
Gecekondusu, apartmanı, tek katlısı, çok katlısı, rezidansı, işyeri, hanı, hamamı, oteli, tamirhanesi, kahvehanesi bütün binaların toplamını ifade etmek gerektiğinde bile 'milyonlarca' demek abartılı kaçar.
O kadar yok çünkü.
*
Eğer gerçek sonuçları öğrenmek istersek, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü tarafından yapılan açıklamalara bakmak gerekir.
NVİGM, Türkiye'nin “en çok"larının istatistiğini çıkardı.
Ulusal Adres Veri Tabanı İstatistikleri›nde Türkiye'deki binaların hem genel hem de bölgeler itibarıyla türleri de bulunuyor.
Buna göre, Türkiye genelinde 15 milyon 514 bin 953 konut, bir milyon 427 bin 860 özel iş yeri, 304 bin 548 kamu iş yeri var.
546 bin 454 yazlık-mevsimlik, 318 bin 676 inşaat, 245 bin 391 imara açılan arsa, 851 bin 759 tahsis arsa, 13 bin 651 geçici numaralama (çadır, baraka, afet bölgesindeki geçici konutlar ve karavanlar) ve 4 milyon 147 bin 554 arsa var.
*
Tekrarlara rağmen gözden kaçmasın, bu milyonlu bilgiler, bütün ülke için.
Sadece İstanbul söz konusu olduğunda durum değişiyor.
Fakat bunu görmemek mümkün.
Eğer bir rezidans yüzünden 'skandal' olarak tanımlanan haberlere konu olduysan…
Savunma refleksiyle ne dediğini bilmiyorsan…
O zaman, işte böyle saçmalarsın.
*
Başta zikrettiğim “kimse zengin değil” sözü, bir bayram ziyaretinde sarf edildi.
Bir açıdan doğru.
Ne kadar zengin olursan ol, yiyeceğin iki lokma ekmek, içeceğin iki bardak su.
Yatıp uyuduğunda kapladığın alan kadar bir pay alacaksın öldüğün zaman dünya toprağından.
Rezidansta mı, gecekondu da mı, çadırda mı yaşadığın fark etmeyecek.
Olursa bir mezar taşın olacak.
Yüz yıl sonra ise belki mezarın bile kalmayacak.
Orayı da yer açmak için dozerle dümdüz edecekler belki de.
*
Bunu bilmeyen yok.
Sadece hatırlamak istemiyor insanlar.
Unutuyor ve umursamıyor. (Ölmeden önce ölenler, kaç kişi?)
Hep aklında tutanlar bile ölümü kendine yakıştırmakta zorlanıyor.
“Hiç kimse kıyamete kadar yaşamayacak. Elbet bir gün öleceğiz. Ancak şimdi değil.”
Ne zaman?
“İleride.”
Sanki elinde garantili bir senet var.
Günün birinde herkes toprağa karışacağı için, bazılarında toprağın üstündeyken lüks içinde yaşamak arzusu, belki bu yüzden daha güçlü.
*
Ölümü kendine yakıştıramayan insan cinsi, kazayı da “hep başkalarının başına gelen bir şey” sanıyor.
“Ben usta şoförüm, iyi araba kullanırım, kaza yapmam…”
Bu bayramda hayatını kaybedenler de böyle bir zan içindeydi büyük ihtimal.