Kafalar değişmeli

04:0013/08/2016, Cumartesi
G: 13/09/2019, Cuma
Mehmet Şeker

O kumuş yazmışların bir kesiminde, halka tepeden bakma, müzminleşmiş bir rahatsızlık.



Doktor olmuş, mühendis olmuş, milleti beğenmez.



Cümle âlem cahil, her şeyi ben bilirim havaları…



Anası babası da o beğenmedikleri arasında tam ortada yer alır hâlbuki.



Öğretmen olmuş, nereye gitse kendini sınıftaki gibi görmek ister.



Herkes susar, ben konuşurum anlayışında.



Askerler ise ayrı bir âlem.



Daha askerî lisede kendilerini üstün görmeye başlıyorlar.



İleride yapacakları darbe sırasında, cuntaya kimleri alacaklarını tasarlamadıklarını kimse iddia etmesin, inandıramaz.



Bu tavırlara meslek deformasyonu deyip geçemeyiz.



*


Kuleli Askerî Lisesinde öğretmenlik yapan bir subay, öğrencilerine insanlara saygılı olmak gerektiğini anlatıyor vaktiyle.



“Siz askersiniz. Titizlikle seçildiniz, iyi bir eğitim alıyorsunuz. İleride hepiniz seçkin birer subay olacaksınız. Ancak dışarı çıktığınızda bir üst kimliğiniz var. O da vatandaşlık. Bunu unutmayın. Bir otobüse, vapura binmek için insanlar sıraya girdiyse, siz de girecek, sıranızı bileceksiniz…”



O sırada öğrencilerden biri itiraz etmiş.



“Ama biz askeriz…”



İşte kafa bu.



Asker olunca, en öne geçme hakkı olduğunu sanıyor.



Komutan-öğretmen “Asker de olsanız, birer vatandaşsınız” diyor ama onu bir müddet sonra okuldan uzaklaştırıyorlar, kıta görevi veriyorlar.



*


28 Şubat döneminde, irtica gerekçesiyle ordudan atılan bir üsteğmen anlatmıştı.



“Sivil hayata alışmaya çalışıyordum. Bir gün elimdeki tespih yere düştü. Eğilip almak ağırıma gitti. Koskoca subay, elinden tespih düşünce kendi eğilip alır mı? Etraftakilerden biri hemen koşup gelecek, tespihi alıp bana uzatacak diye bekledim. Kimse umursamadı. Garip bir tedirginlikle kendim aldım.”



Eski bir subayın, sivil hayata alışma sürecindeki kırılma noktalarından biri.



*


Senelerce milleti hor görenler, her türlü hizmeti halkın görmesini, fakat günü gelince (o gün nasıl geliyorsa artık) elinde silah bulunanlar olarak, darbe yapmalarını sıradan görür hale gelmiş.



Sıradan ne ki, bir mecburiyet adeta.



Onlar üstündü, hep öyle sandılar.



“Bu millet adam olmaz!”



“Gâvur yapmış arkadaş!”



“Bizden bir cacık olmaz!”



“Halk cahil.”



“Avrupa'da Amerika'da böyle mi?”



“Dağdaki çobanın oyuyla benim oyum bir mi olacak?”



“Bizim millet silah atılırken yere yatmayı bilmez.”



Hep böyle konuştular, bu kalıpları kitlelere yaymak, kabul ettirmek istediler, böyle sandılar.



Sandılar, kandılar, yandılar.



*


Bütün sokaklar,bütün caddeler, bütün meydanlar nasıl yanıldıklarını, açık ve net şekilde ispatladı.



“Mermin bitmeyecek mi senin?” diye bağıranların inanmışlığı karşısında şaşkına döndüler, aptallaştılar.



Zaten ahmaktılar, bir de aptal oldular.



Bundan sonra bir de mahkûm olacaklar.



Halkın gözünde daha o gece mahkûm oldular, şimdi sıra Türk milleti adına karar verecek olan mahkemelerde.



*


Hava Harp Okulu öğrencilerini otobüse doldurup götürürken yolda silah ve cephane dağıtmışlar.



Komutan “Recep Tayyip Erdoğan ve bazı bakanlar tutuklanmıştır” diye güya Ankara'dan gelen duyuruyu okumuş.



Bazı öğrenciler cep telefonlarından Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmasını duymuş, komutanlarının söylediği sözlerin gerçek olmadığını anlamış.



Yalnız, o duyurudaki bir ayrıntı dikkat çekici.



“Bazı bakanlar” ne demek? Neden bakanların hepsi tutuklanmamış?



Bir bit yeniği yok mu bu açıklamada?



Yoksa darbeciler bazı bakanların tutuklanması gerektiğini, bazılarınınsa kendi yanlarında olduğunu mu düşünüyor, bunu mu ima etmeye çalışıyordu?



*


Darbe teşebbüsünün başladığı akşam, Boğaz'da köprünün sadece Avrupa'ya geçiş yönü tutulmuştu.



Anadolu yakasına doğru yoğun bir trafik akışı vardı.



Öte yanda tanklar yolu kesmiş, karşısına kalabalık birikmiş, silahlar ateşleniyor…



Fakat Avrupa yakasından Anadolu'ya geçiş devam ediyor. Garip bir durum.



Niye köprünün öbür tarafını da tutmadılar?



Acaba tanklarda OGS ve HGS olmadığı için mi?


#28 Şubat
#Kuleli Askerî Lisesi
#OGS