On beş milyonluk İstanbul'dan bayramı memleketinde geçirmek üzere, neredeyse yirmi milyon insan ayrıldı. Yine de geride bir iki milyon kişi kaldı.
İçinden çıkılmaz bir hesap. Bu şehir de öyle bir şehir zaten.
İçinden çıkılmaz cinsten.
Günler öncesinden başlayan bayram trafiği, arifeden bir gün önce kilit haline geldi.
Tıpkı şehir içinde adım başı dur kalk yaparak ilerler gibiydi İstanbul dışındaki akış da.
Vites büyütme fırsatı bulamadan ayrıldı herkes.
Gündüz oruç ağız yola çıkmayalım, iftardan sonra rahat rahat gideriz diye düşünmüştük.
Herkes öyle düşünmüş.
Yol kenarındaki dinlenme istasyonları pazar yeri kalabalığındaydı.
Cep olarak ayrılan kısımlarda, otopark nizamıyla park etmiş araçlar yanında sofra kurmuş olanlar, iftardan sahura kadar bir metrelik bile yer bırakmamaya özen gösterdikleri için, cep bulunmayan kısımlar da aynı şekilde kalabalık haldeydi.
Normal şartlarda iki saatte alınabilecek mesafeler, yedi saatte tamamlanamadı.
Her taraf, Çengelköy'ün her zaman tıkanan trafiği gibiydi.
Köprüden geçmek, iki saat.
Gişelerden sonraki ilk mola yerine varmak, üç saat.
İzmit'e ulaşmak, beş saat.
“İstanbul çıldırmış olmalı.”
Hayır, çıldıran İstanbul değil…
*
Nerelisin sorusuna “İstanbulluyum” cevabını verenlere tuhaf bakılır.
İstanbullu olmayı, İstanbul'u sahiplenmeyi bir türlü beceremeyişimizden olsa gerek.
“Asıl memleket nire hemşerim?”
Adam İstanbul'da doğmuş büyümüş, annesi babası da İstanbul'da doğmuş.
Yine de yeterli görülmez.
“Deden?”
1453'ten bu yana bu şehirde çoğunluğun kendini misafir gibi hissetmesinin arka planında neler yattığını sosyologlar ciddiyetle araştırmalı.
Acaba bilinç altında Endülüs tecrübesi mi var?
Endülüs'ün neresi olduğunu bilmeyenlerin bile öyle bir sendrom içinde bulunması garip.
Dünyanın başka hangi büyük şehrinde burada olduğu kadar fazla hemşeri dernekleri vardır?
Falanca ili, filanca ilçesinin derneği yetmiyor, bir de onun feşmekanca köyü adına dernekler kurulmuş.
*
Kim İstanbullu sorusu, cevabı net verilemeyenlerden.
Bir arkadaşımız vardı, soyadı “İstanbullu”. Ona bile “esas memleketini” sormayan kalmadı.
Gerçi o da İzniklidir.
Bir dönem galiba yirmi yıl kadar oluyor, “İstanbulluyum” kampanyası başlamıştı.
Yol kenarındaki panolardan, televizyon reklâmlarına kadar pek çok yerde ünlü simalar karşımıza çıkıyor ve “Ben İstanbulluyum” diyorlardı.
İbrahim Tatlıses o ünlülerden biriydi mesela.
Kim İstanbullu sorusunun cevabını bence şöyle vermek gerekir: Bayramı İstanbul'da geçirenler. “Gidecek bir köyüm bile yok” diyenler… Kadıköy, Bakırköy ve diğerleriyle idare etmek zorunda kalanlar…
*
Fırsat bu fırsat deyip sayım yapma günüdür aslında.
Eskiden insanlar evlerine kapanır, sokağa çıkmak yasaklanır ve memurlar ev ev gezerek nüfus sayımı yapardı.
Gençler bunu da bilmez.
Şimdilerde “adrese dayalı” sistemle sayım yapılıyor.
Hazır herkes memleketine gitmişken, sayım yapılmalı ve İstanbul'un nüfusu belirlenmeli.
Baskın seçim gibi “Baskın sayım” diyebiliriz.
Memur görevlendirmeye falan gerek yok.
Bayramın ilk iki günü cep telefonu nereden sinyal veriyorsa, kişinin memleketi orasıdır.