Terör örgütü açıkça bildirmişti. Dağdan inerek, şehirlerin altını üstüne getireceklerini duyurmuşlardı. Kazılan hendeklere bakınca, olan biteni anlamakta zorlanan ve “Neler oluyor?” diyenlerin şaşkınlığı, uzakta durduklarının işareti.
Terör örgütünün dağlardan şehirlere göçünün sonucu diyelim.
Şehirleşme süreci olarak da bakılabilir.
Evvelce köylerden şehirlerden topladıkları gençleri ve çocukları dağa götürürlerdi, şimdi onları silahlarıyla beraber geri getiriyorlar.
Şehrin sokaklarına çukurlar kazanları, barikat kuranları “arkadaşlar” statüsünde değerlendiren CHP lideri Kılıçdaroğlu, o sözlerinin 'gaf' sınırlarını aştığının ne kadar farkında acaba?
“Hendek kazan, barikatları kuran arkadaşlara da…” diye söze başlayıp “Kim yapıyorsa, onu bilmiyoruz tabii…” diye devam etmişti.
Hendek değil, Mısır piramitlerinden bahsediyor sanki.
*
Kılıçdaroğlu böyle söylerse, öteki ne yapar?
Elbette över, savunur, kahraman ilan eder.
Etti de.
Böylece “Çukurların efendisi” oldu.
Şimdi Rusya'ya gidiyor muhterem.
Rusya ile ilişkilerimizin en kötü olduğu dönemde.
Bu yakında İran'a da gider.
*
93 Harbi dönemi ve Birinci Dünya Savaşı sırasında ilişkilerimiz daha berbattı.
Ruslar burnumuzun dibine kadar geldi.
İstanbul'un hemen yanı başındaki Çatalca'ya Yeşilköy'e geldiklerinde, maksatları turistik değildi.
Rumeli'de yaşayan Türklerin durumu kitaplara sığmayacak çilelerle doluydu.
Ölüm ve zulüm bir aradaydı.
Beş yüz yıldır yaşadıkları topraklardan göç etmek zorunda kalan “Evladı Fatihan” için tarihin utanç sayfaları başladı.
Rusların niyeti Balkanları bütünüyle Müslümanlardan 'temizlemek' ve İstanbul hedefine yürümekti.
*
“Müslüman nüfusun tamamı, Rusların önünden kaçmaktadır. Yüzbinlerce kadın ve çocuk, açlık ve soğuk kışın altında tarlalara uzanmış yatmaktadır. Rusları, Müslümanların hayatını ve onurunu güvence altına alan bir bildiri yayınlamağa ikna ediniz. Türk hükümeti paniği kontrol altında tutacak güçten yoksundur. İstanbul en korkunç şartlara doğru gitmektedir. Ruslar, Müslümanları tamamen yok etmek ya da sürüp atmak emelindedir.”
Bu satırlar, Büyükelçi Layard'ın İngiltere Dışişleri Bakanına yazdığı rapordan.
*
Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa, dünyanın takdirini kazanan muhteşem bir savunma yapmıştı ama sonunda yenik düşmüştü. Tuna, her halükârda akıyordu.
Zağra Müftüsü Raci Efendi ise İstanbul'daki bütün camilerin, meydanların göçmenlerle dolduğunu yazıyor hatıralarında.
Zengin paşalardan yoksullara kadar herkesin Sirkeci Garı'na gittiğini, orada göçmenleri beklediğini kaydediyor.
“Mütevazı bir İstanbul ailesine sığınan, paçavralar içinde ve bir dilim ekmeği hırsla kemiren bir adamın Rumeli'nde binlerce toprağın sahibi olduğu öğreniliyordu. Ve Cenabı Hakkın hikmeti kar, yağmur ve fırtına dinmek bilmiyordu. Tuna'dan İstanbul'a kadar dehşetli bir fırtına vardı.”
*
İşte bu şartlar altında yollara düşenler, İstanbul'a doğru yürümekteydi.
Öküz arabasıyla, at arabasıyla, trenlerle akın başlamıştı.
İstanbul hükumeti, göçmen taşımaktan asker sevkiyatı yapma fırsatı bulamıyordu.
Balkanların tamamında soykırımın kralı yaşanıyordu.
Raci Efendi anlatsın:
“En zengin paşalardan yoksul Türklere kadar pek çok İstanbullunun Sirkeci Garında göçmen treni beklediği görüldü. Konaklarına evlerine fakirhanelerine birkaç göçmen ailesi hiç olmazsa tek bir göçmen alıp götürmek için bekliyorlardı. Bu iş her Tanrıya inanan, yurdunu seven Türk için sevapların sevabı idi. Onurlu hatta mağrur Rumelilerin davet edilmeden, kimsenin kapısını çalmadıkları duyulunca İstanbullular sokaklara çıkıp göçmen aramağa başladılar.”
*
Rusya yüzyıllar öncesine dayanan emellerinden hiç vazgeçmedi.
Biz ise bu bilgiyi ilkokulda okuduk, orta okulda okuduk. Lisede ve üniversitede de aynı şekilde tekrar edilince, bir bıkkınlık geldi. Sıkıldı çoğu.
“Hep aynı, hep aynı… Dünya değişiyor” diyerek tepki gösterenleri gözlerimle gördüm, kulaklarımla duydum karıştırmadan.
Sanki biz sıkılınca, Ruslar da asırlara dayanan arzularından vazgeçecek, onlar da değişecekti.
Öyle olmuyor.
Kazın ayağı hep aynı. Bakmayın bazen tek göründüğüne. Kimi zaman leylek de gizler bir ayağını.
Rusların karşısına dikilip “Bırakın bu ayakları” diyebilen var mı?
Şimdi bizim Çukurların efendisi, Rusya'da böyle mi söyleyecek sanalım?
Yoksa?