AK Parti hükümetleri Kürt vatandaşlarımızın haklı hak taleplerini ciddi bir sorun olarak önceledi. Ancak, PKK ve müesses nizam örgütün kendisi Kürt ve PKK sorunlarını üst üste çakıştırmayı başarmıştı. Çünkü gerekli olan toplumsal meşruiyet buradan üretilecekti.
Ancak bu iki meselenin birbirilerini etkileyen ama farklı iki sorun olduğu zamanla anlaşılacaktı.
Kürt açılımları ve peşinden gelen Çözüm Süreci'nde, Kürt vatandaşların talepleri ile PKK'nın amaçları arasında anlamlı hiçbir örtüşmenin olmadığı gittikçe açığa çıktı. Eğer sorun Kürtlere dönük eski devletin kabul edilemez şiddet, sindirme, asimilasyon pratikleri idiyse, AK Parti hükümetleri bu konuda ciddi reformlara girişmiş, yasal ve fiili olarak Kürt ve Kürtçe inkârını ayaklar altına almıştı. Çözüm Süreci'nde ise, örgütün İmralı'daki lideri ile devlet kurumları üzerinden silahların bırakılması yönünde ciddi mesafeler alındı.
Bu durumda, eğer PKK'nın amacı Kürtlerin hak talepleri ise, siyasetin güçlendiği, inkârın sona erdirildiği ve arta kalan sorunların da çözülmesi yönünde sivil/barışçı yolların hiç olmadığı kadar açık olduğu bir ortamda, örgütün bu sürecin meydana getirdiği sivil ve siyasi kanallara HDP üzerinden yerleşmesi, yani silahları bırakması gerekirdi.
Ancak, bizzat PKK/KCK yöneticilerinin, mesela 7 Haziran seçimlerinden hemen sonra Murat Karayılan'ın açıklamalarından, PKK'nın Çözüm Süreci'nden hiç hoşlanmadığını, aslında 2012 sonu itibarıyla Türkiye'ye nihai savaş açmayı planladığını öğrendik. Karayılan Çözüm Süreci'ne hazırlıksız yakalandıklarını ve Öcalan'a açıkça karşı çıkamadıklarını söylüyor, “Pişmanız, yanlış yaptık” diyordu.
Bu noktada Kürt vatandaşlar ile PKK ve HDP'nin beklentileri, amaçları ve dünyalarının ne kadar farklı olduğunu görüyoruz.
Bu farkı Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da yaşayan Kürtler zaten çok iyi biliyorlar, çünkü bunu her gün deneyimliyorlar. Ancak PKK ve güdümündeki partinin kendi amaçlarını Kürt vatandaşların beklentisi olarak sunma konusundaki taktikleri, daha doğrusu bunu onlara dayatma yöntemleri de Suriye içsavaşı ile birlikte farklılaştı.
Ortak tarih, gelenek ve değerler birliği üzerinden eşit/demokratik vatandaşlık vizyonu ile Türkler ve Kürtlerin yeniden kucaklaşması girişimini zehirlemek için Kobani'ye DAEŞ saldırısı kaldıraç olarak kullanıldı.
AK Parti ve Sayın Erdoğan'ı DAEŞ'e yardım etmekle suçlamak, Türkleri ve Kürtleri sonsuza dek koparmak için gerekli ırk asabiyesini tahrik etmekte kullanıldı. Bu Türkleri ve Kürtleri birleştiren ortak değerlere cepheden saldırıydı.
6-8 Ekim Kobani ayaklanmasında dindar Kürtlerin PKK/YDG-H tarafından hedef seçilmesi, inanılmaz vahşi yöntemlerle sivillerin öldürülmesi, artık geriye dönüşü olmayan bir yola girilmek için bir tuzaktı.
Ne 6-8 Ekim'de, ne de 22 Temmuz'dan sonra girişilen ayaklanma girişimlerinde Kürt vatandaşlarımız PKK ve HDP'ye yüz verdi.
Sur'daki 500 yüz yıllık İslam mabedi Kurşunlu Camisi'nin yakılmasını bu perspektiften okumak yanlış olmaz. Tahir Elçi cinayeti ve cami kundaklamasını ilk saniyede hükümete yıkmak aynı amacı taşıyor. HDP bir yalan makinesi gibi Goebbels taktikleri uyguluyor. Grup konuşmasında Yüksekdağ'ın camiyi devletin havadan bombaladığına dair attığı iftira kamera görüntüleriyle çöktü. Kundakçı YDG-H teröristler burada açıkça görülüyor. Üstelik havadan bombalanan bir caminin kubbelerinin zarar görmeden sadece içten tahrip olması da kendi başına bu yalanı çürütüyor.
PKK ve uzantısı partinin Kürtlerin iyiliği ile ilgili bir gündemleri yok. Daha büyük ve yerli olmayan bir planın parçası oldukları görülüyor. Bunu Kürtler de Türkler de gördükleri için başarılı olamayacaklar.
İftiraların dozunun bu denli artmasının nedeni de bu.