Türkiye’ye çok ihtiyaçları olacak...

04:005/10/2015, Pazartesi
G: 13/09/2019, Cuma
Markar Esayan

Suriye'deki iç savaş beş yıllık bir süreden sonra, dünyanın biraz daha dikkatini çekmeye başlamış görünüyor. Bunun hemen bir mucize yaratmasını beklemek doğru olmaz. Maalesef dengeleri değiştirme gücüne sahip zengin ve güçlü ülkeler, uzak diyarlarda yaşanan mezalimlere karşı çok yavaş tepki vermekteler. Öyle ki, ya o bölgede ulusal çıkarların tehlikeye girmiş olması, ya da tehdidin söz konusu sınırları aşarak küresel boyuta ulaşması gerekiyor.Tabii son kıpırtının sadece Aylan bebeğin iç burkan fotoğrafından

Suriye'deki iç savaş beş yıllık bir süreden sonra, dünyanın biraz daha dikkatini çekmeye başlamış görünüyor. Bunun hemen bir mucize yaratmasını beklemek doğru olmaz. Maalesef dengeleri değiştirme gücüne sahip zengin ve güçlü ülkeler, uzak diyarlarda yaşanan mezalimlere karşı çok yavaş tepki vermekteler. Öyle ki, ya o bölgede ulusal çıkarların tehlikeye girmiş olması, ya da tehdidin söz konusu sınırları aşarak küresel boyuta ulaşması gerekiyor.

Tabii son kıpırtının sadece Aylan bebeğin iç burkan fotoğrafından kaynaklandığını söylemek abartı olur. Avrupa'yı asıl endişelendiren, sayıları yüzbinleri bulan Suriye ve Ortadoğulu mültecilerin kıta Avrupa'sına yığılması oldu. Macaristan ve Avusturya'da yaşananlar Avrupa'nın yıllardır yaptığımız uyarının ciddiye almaya başlamasına yol açmışa benziyor.

Suriye ile sahip olduğu 911 km'lik sınıra rağmen beş yıldır savaşın yükünü (Ürdün ve Lübnan ile) sırtlanan Türkiye'nin yalnız bırakılmasının Ortadoğu'yu fiilen Avrupa'ya, Rusya'yı da Akdeniz'e taşıyacağını defalarca yazdık. Türkiye iki milyon üç yüzbin mülteciye kapısını açıp onları uygar şartlarda misafir ederek Avrupa'nın adeta sigorta sübabı görevini üstlenmişti çünkü. Ama bu durumun uzun süre devam ettirilemeyeceği de ortadaydı.

Ancak dikkatlerin biraz Suriye'ye yoğunlaşması bile Rusya'nın bölgeye fiilen girmesi ve Esed'e destek üzerinden sadece Tartus'u değil, olası Nusayri devletinin tamamını bir üsse çevirme girişimine de start verdi.

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Ahmet Davutoğlu, BM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmanın önemli bir bölümünü Suriye'deki içsavaşa ayırmıştı. Davutoğlu, Suriye'de Beşar Esed rejimi ve IŞİD'in saldırılarından kaçanların sayısının 5 milyonu aştığını belirtip “Uluslararası toplum artık hızlı bir şekilde harekete geçmeli ve güvenli bir alan oluşturulmalı” demekteydi.

IŞİD'in Suriye'de güvenlik zaafından doğduğunu ifade eden Başbakan Davutoğlu, Esad rejimine ve Suriye'ye ilişkin ise şunları söylüyordu:

“Suriye krizine çözüm düşünenler Esad'sız bir çözüm düşünmeli. Dünya artık şunun farkına varmalı, siyasi değişimle gerçekleşen bir geçişle çözümlenmeli. Esad çekilene kadar asla başarılı olmayacağız. Esad'sız ve IŞİD'siz bir düzenin kurulması lazım. Türkiye, terörizmin her türlüsüyle mücadele etmiştir. Terörizmin meşruiyeti olmaz IŞİD olsun, PKK olsun aynı şekildedir.”

Davutoğlu'nun ifade ettiği gibi, bir terör örgütünün alternatifi bir diğer terör örgütü olamaz. Bu denenmiş bir yöntem ama 20. yüzyıl şartlarında bile sonuçları felaket olmuş. Üstelik bu şartlar artık geçerli değil. Küresel ve teknoloji devrimini yapmış dünyamızda terör örgütleri Suriye veya Afganistan gibi şansız ülkelerde sınırlı hareket etmiyorlar, üstelik DAEŞ gibi devletleşme stratejisini uygulayan bir akla sahipler.

Suriye içsavaşında da sorun ancak kaynağında çözülebilir. Suriye'de Batı'nın kafasını karıştıran DAEŞ, Esed ve PKK/PYD konusundaki ideolojik farklılaştırmalar. Laik olan terör örgütleri ve tiranlar, radikal DAEŞ ve El Nusra'ya tercih ediliyor. Bunun saçmalığı ortada. Çünkü bunlar birbirlerini besleyip büyüten, varlıkları ile birbirini koruyan yıkıcı biçimler.

Öte yandan tüm bu haklı tesbitler, Suriye'de Esed ve DAEŞ sorununu aynı anda çözmek için gerekli olan ama sahip olunamayan eksikliği gidermiyor. Sahada DAEŞ ile savaşacak kara gücü yok. Esed ve PYD/PKK gibi tiranlık ve terör örgütleri bu eksiği kapama yolunda müttefik görülebiliyorlar.

Tam da bu noktada BM'nin varlık nedenine dönüyor ve düşkırıklığına uğruyoruz. BM'nin temel amacı dünya barışını korumak, riskli durumlarda devreye girmek, kitlesel kırımlar karşısında tiranlıklar ve diktatörlüklere gözdağı vermekti. Bunun kolay bir şey olmadığı ortadayken, BM'nin yanlış örgütlenmesi ve daimi üyelerin politik/stratejik tercihlerine mahkum olması bu rolü engelledi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Dünya beşten büyüktür” derken bunu anlatmaya çalışıyordu.

Kaldı ki BM bu konuda hiçbir hazırlık yapmamış da değil. “R2P Doktrini” tam da Suriye örneğinde uygulanmak üzere oluşturulmuş ve pek çok BM üyesinin imzasıyla kabul edilmiş bir konsept. Responsibility to Protect, yani “Koruma Sorumluluğu” bir ülkenin doğan afetler, siyasi nedenler veya saldırı nedeniyle kendi halkını koruyamadığı durumlarda BM'nin üç aşamalı bir planla harekete geçmesini sağlıyor. Koruma, düzen tesis etme ve inşa etme şeklinde özetlenebilecek bu misyonu BM Suriye için henüz harekete geçirebilmiş değil. Nedenleri ise belli. ABD'nin isteksizliği, Rusya ve Çin'in vetoları vs.

Ama asıl nedeni dünyayı paylaşma amacında yaşanan çekişme veya denge durumları. Nitekim Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov “tek kutuplu dünyanın süresinin dolduğunu” ilan etti.

Peki Suriye'deki içsavaş bir 3. Dünya Savaşı'na doğru gidiyorsa, Avrupa milyonlarca mültecinin baskınına uğrar ve DAEŞ terörü ABD ve Avrupa'nın iç sorunu haline gelirse ne olacak?

Olayın buraya doğru gittiğini görmemek için kör olmak gerekiyor. Bu anlamda sivil insanlar değerli değilse dahi, Batılı ülkelerin kendi menfaatleri adına bu sorunu Suriye'de çözme konusunda ortaya ciddi varlık koymaları gerekiyor.

Bunun için de Türkiye'ye haksızlık yapmayı bırakmak bir yana, sonuna kadar destek olmak kritik bir stratejik değişiklik olacaktır.
#Suriye
#DAEŞ
#Avrupa