Bir milyon mültecinin Avrupa'ya dayanmasıyla şimdiden Schengen'in fiilen rafa kalktığını, Paris saldırılarıyla ilan edilen olağanüstü durumun üç ay daha uzatıldığını hatırlatmıştık.
Türkiye'nin feryatlarına kulak tıkayan Avrupalı dostlarımız, 2 milyon altı yüz bin mülteciyi misafir etmenin nasıl bir yük oluşturduğunu, bunun çok daha azını bir kıta olarak yaşadıklarında deneyimlediler. Haliyle Merkel'in tavrı 180 derece değişti, geçen gün bir yenisini Hollanda Başbakanı Rutte'nin yinelediği Türkiye'ye dönük iltifatlar sıralamaya başladılar.
Avrupa Birliği, sadece Schengen'i değil, Avrupa ve Euro birliğini kaybetmemek için Türkiye'nin desteğine muhtaç olduğunu fark etmiş durumda. En azından AB'nin lokomotif gücü Almanya yönetimi bunun fevkalade farkında.
AKPM'de yeni üyesi olduğum ALDE (Avrupa için Liberaller ve Demokratlar İttifakı) grubunda geniş bir Suriye sunumu yaptım. Memnuniyetle müşahede ettim ki, Türkiye'nin fedakârlığından fevkalade haberdarlar. Benden sonra söz alan ALDE'nin İsviçre'li üyesi Doris Fiala, Anne Brasseur'ün AKPM başkanlığı sırasında 9 Nisan 2015'te Türkiye'deki kampları ziyaret ettiklerini, Türkiye'nin yaptıklarının muazzam boyutta olduğunu, benim şahsımda Türkiye'ye bir kez daha teşekkür ettiklerini ifade etti. Böylelikle ALDE grubu adına AKPM'de benim konuşmama karar verildi.
AKPM'deki konuşmamda, yeterli, doğru ve hızlı önlemlerin bugün alınmaması durumunda, 21. yüzyılda dünyanın iki büyük soruna, yani büyük göçler ve güçlü terör örgütleri, hatta devletlerine mahkûm olacağını ifade ettim. Türkiye'nin daha fazla mülteci almasını cesaretlendirerek veya Yunanistan sınırına duvarlar çekerek bu iki sorunu da çözmenin mümkün olmadığını, kitlesel göçlerin nedenlerinin zaten terör örgütleri ve Esed gibi halkını öldüren diktatörler olduğunu ifade ettim. O zaman sorun, ancak Suriye ve Irak gibi ülkelerdeki iç savaşlar sona erdirilerek, bu ülkeler yeniden ihya edilerek ve çalışan bir devlet sistemi inşa edilerek çözülebilirdi.
Yani aslında, Ortadoğu konusunda Batı'nın ahlak değiştirmesi gerekiyor. İstedikleri kadar bu ülkelerin halklarına, yöneticilerine, entelektüellerine ve topyekûn İslam'a kusur bularak yürek soğutabilirler. Ancak, biz biliyoruz ki, ABD ve AB Mısır'daki Sisi darbesini alkışladı. Bu destek, Ortadoğu'da sivil siyasete dönük yeşermeye başlayan inancı, henüz fidanken öldürdü.
SSCB'nin Afganistan'ı işgal etmesini sağlamak üzere Sovyet yanlısı hükümete karşı desteklenen, silah ve para verilen mücahitlerden, Taliban ve El Kaide hareketi palazlandı. Evet, SSCB bu işgal neticesinde çöktü, Doğu Avrupa ve Baltık ülkeleri özgürleşti ama, 1980'lerde desteklenen Usame Bin Ladin yüzünden Irak ve Afganistan yeniden işgal edildi. SSCB tehlikesi de Putinizm üzerinden yerli yerinde duruyor.
Yani ortada bir ahlak sorunu var. Bu ahlakta değişen bir şey var mı? Pek yok. Mülteciler Avrupa'ya yönelmeseydi, Türkiye'ye dönük empati gösterme eğilimi de olmayacaktı. Ama öte yandan, ABD ve pek çok ülke daha, dün Afganistan'da Bin Ladin'e verdikleri desteğin aynısını bugün PKK ve PYD'ye veriyorlar.
1980'lerde Zbigniew Brezizinski'nin Başkan Carter'a kabul ettirdiği konsept bugün de Suriye'de tekrarlanıyor gibi. Brezizinski'nin konseptinde kötücül de olsa bir “akıl" ve “strateji" vardı. Küçük şeytanlarla işbirliği yapılarak büyük şeytan, SSCB çökertilmişti. Bugün Başkan Obama'nın Ortadoğu tercihlerinde böyle bir akıl var mı? Bu büyük bir soru. Bana yokmuş, Obama süresini savmaya çalışıyormuş ve sürükleniyormuş gibi geliyor.
Ama ya yanılıyorsak, bu stratejisizliğin altında bir akıl varsa bu ne olabilir?
Bu sorunun cevabı hayati ve doğrudan Türkiye'nin kaderini ilgilendiriyor. Türkiye dikkatini bu konuya vermeli ve mutlaka doğruyu tesbit ederek onu icra etmeli.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.