10 Kasım günü, yani Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün vefatının 77. yıldönümü münasebetiyle ATO Congresium'da düzenlenen anma töreninde Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan çok önemli açıklamalarda bulundu.
“Rejim endişelerini artık gündemimizden çıkaralım” derken, yeni bir dönem teklifi yapıyordu.
Türkiye, Osmanlı'nın yıkılışı ve özellikle Balkan ve Birinci Dünya Savaşı'nın travmalarını artık aşmak, kendisine güvenmek, insanına inanmak durumundadır. Aynı şekilde kuruluştaki hataların, yol açtığı mağduriyetlerin gölgesinden de artık kurtulmalıyız.
Cumhurbaşkanı bu durumu iki cümleyle öyle güzel özetlemişti ki, 78 milyonu kucaklayan, ortak bir zemini mümkün kılan bir açılım ortaya koymuştu.
“Cumhuriyetin ilk dönemindeki hassasiyetleri ve endişeleri anlıyorum. Bu endişelerin ürünü olan pek çok uygulamanın cumhuriyetin benimsenmesi ve güçlenmesi sürecini uzattığını da kabul etmek durumundayız, ama artık bunları geride bırakmamız gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti 92 yıllık tarihinin en büyük başarılarını son 13 yılda hayata geçirmiştir.”
Cumhurbaşkanı bu çağrıyı, güllük gülistanlık bir 13 yıldan sonra değil, her türlü darbe, hakaret, linç ve ihanet süreci akabinde, kendisi yüzde 52, partisi ise yüzde 50 seçim başarısı elde ettikten sonra, önünde muhtemelen bir 10 yıl daha olan güçlü bir lider olarak söylüyor bu sözleri.
Ataerkillik, otoriterlik, tek adamlık, diktatörlük, kibir mühendislerinden ve sert konuşuyorcu'lardan ne kadar farklı, ötede ve sorumlu bir duruş sergilediğini, popülizm ve oportünizmden ne kadar uzak durduğunu görüyoruz Sayın Cumhurbaşkanı'nın.
Şimdi, gerçekten bu ülkenin normalleşmesini, kutuplaşmanın bitmesini isteyenlerin bu sözlerin değerini anlaması, hatta üzerine atlamaları gerekmez mi? “Atatürk demedi” diye iftira atan Sözcü, Cumhuriyet, Gerçek Gündem ve Birgün zihniyetinin bu açılımın değerini anlaması beklenemez. Ancak samimi vatandaşların, siyasetçilerin, Erdoğan'ın açılımının değerini anlamaları gerekiyor.
Osmanlı'nın yıkılışı, Balkan hezimeti, 1. Dünya Savaşı depremi ve Sevr sendromu laik milliyetçilerde büyük travma yarattı. Kurucu paşalar da, bölgeye geç ulaşmış Fransız İhtilali, pozitivizm ve jakoben laiklik etkisi altında, yıkılışın faturasını dine ve çok kültürlü/etnisiteli sosyal yapıya kestiler. Bu yanlış teşhis, rejim korkusu ile birlikte vatandaşların çoğunu ötekileştiren bir pratiğe yol açtı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu endişeleri anladığını ifade ediyor. En nihayetinde Gazi Mustafa Kemal, bu ülkenin kurucusu, bu ülke için derdi olan milli bir kişiydi. Ülkenin bir daha Sevr şartlarına düşmesini istemiyordu. Ama çıkış formülündeki hata büyük tahribatlara yol açmıştı. Ardılları da Kemalizm adı verilen bir ideolojik menfaat tekeli kurdular.
Erdoğan, hassasiyetleri anlarken, rejim pratiklerinin cumhuriyetin güçlenmesini önlediğini, tüm vatandaşlarını kapsayamadığını ve benimsenmediğini ifade ediyor ki çok doğru.
“Muhafazakarlar” ve “laikler” diye yapılan ve maalesef son 13 yılda kutuplaşmanın asıl nedeni olarak kışkırtılan tasnifin bize hiçbir faydası olmadığı gibi, Yeni Türkiye'nin inşası açısından karşılığı da olmamalı. İşte bakın son 13 yıl... Türkiye en büyük başarılarını elde ederken, bu başarılardan 78 milyon nasipleniyor. Bir de bu sürece muhalefetin katkısı olsaydı, şu an 2023 hedeflerine ulaşmış olacaktık.
Kolonyallerin aramıza soktuğu bu fitneyi ayıklamak ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı paydasında ortaklaşmak durumundayız.
Ben asıl normalleşmenin bu değerli/doğru oluşturulmuş düşüncede yattığını düşünüyorum. Ne tarihsel, ne de güncel kimse eleştiriden muaf olabilir. Artık zaten değildir de. Ama saygı esastır.
Muhtemelen, yumruklarımızı gevşetip sakinleştiğimizde, gerek tarihsel, gerekse güncel değerlerimizin gerçekçi analizini daha iyi yapabilecek, hafızamızdaki boşlukları dolduracak ve geçmişiyle barışmış şekilde geleceğe güvenle ilerleyebileceğiz.