Milli ve yerli olmak neden küfür gibi geldi?

04:0023/09/2015, Çarşamba
G: 13/09/2019, Cuma
Markar Esayan

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın geçen pazar İstanbul Yenikapı'da düzenlenen barış mitinginde sarf ettiği sözler yine tartışma yarattı.Millilik ve yerlilik kavramları anında sosyal medyada gündem oldu. Bu kavramları epeydir ben de yazılarımda kullanıyorum. Çünkü yaşadığımız dönemin kritik bir özelliğine denk geliyor.Eğer sağlıklı bir entelektüel dünyamız olsaydı, günümüzü, kimliğimizi ve değişim dinamiklerini doğru anlamak, onları derinleştirmek için de çok faydalı olurdu bu tartışmalar.Sayın

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın geçen pazar İstanbul Yenikapı'da düzenlenen barış mitinginde sarf ettiği sözler yine tartışma yarattı.

Millilik ve yerlilik kavramları anında sosyal medyada gündem oldu. Bu kavramları epeydir ben de yazılarımda kullanıyorum. Çünkü yaşadığımız dönemin kritik bir özelliğine denk geliyor.

Eğer sağlıklı bir entelektüel dünyamız olsaydı, günümüzü, kimliğimizi ve değişim dinamiklerini doğru anlamak, onları derinleştirmek için de çok faydalı olurdu bu tartışmalar.

Sayın Erdoğan'ın ağzının içine bakarak yeni yeni linç kampanyaları düzenlemek için hazır kıta bekleyen hastalıklı ve profesyonel kitle var. Bunların çoğu medya, STK ve aslında sivil olmayan vesayet aparatçıklarında istihdam edilmiş halde. Düşünsenize, Sayın Erdoğan Dağlıca saldırısı günü çıktığı programda o sözleri sarf ettikten birkaç dakika sonra Hürriyet'in internet sitesinde çoktan çarpıtılmış haliyle yayına girmişti bile.

Zaten Erdoğan nefreti ile hastalandırılmış bir kitle, bu sözün kaynağından nasıl çıktığı ile ilgilenmeyecekti, hatta bunun önemi bile yoktu.

Milli ve yerli olma meselesi ise günümüzün en önemli konusudur. Bir cumhurbaşkanı, asıl bunları konuşmazsa sorumluluğunu yerine getirmemiş olur. Bunu entelektüeller ve siyasiler de dert edinmelidir. Çünkü yerli ve milli olamama durumu, son üç yılda ülkenin geleceğini, barışını tehlikeye atacak kadar akımlaşmıştır

200 yıllık batıcılaşma hikayemizde, önce yıkılışı durdurmak, sonra da muassır medeniyetler seviyesine çıkmak üzere yapılan şey, maalesef yalınkat bir kopyalama ve bu kopyalamadan elit iktidar çıkarmak olmuştur. Batıcılaşma, acil butonuna basılarak, çöküş eşliğinde yaşandığı için, batıdan taklit edilen devlet, bürokrasi, hukuk sistemi, ideolojik yapılar ve sivil toplum da, asla yerlileşememiş, derinleşememiş, farklılaşamamış, halka yabancı kalmış, o halkın kentlerde oturan kısmını da kendi kültürüne, inancına, yaşama biçimlerine yabancılaştırmış, devşirmiştir.

Bu nedenle, Osmanlı ve Türkiye rejimlerinde batıcılaşma kendi halkına yabancı, alerjik bir zihniyet üzerinden, sadece devleti kontrol etme mekanizması olarak algılanmıştır. Laiklik de aslında din ve devlet işlerinin karşılıklı olarak birbirinden ayrılmasını hedeflememiş, dindar geniş kitleleri laikçi azınlık elit lehine baskılama aracı olarak yozlaşmıştır.

Ülkemizin batıcılaşmaya başladığı tarihten itibaren iki ana politik akım karşılıklı ve karşıt konumlanmıştır. Osmanlı'nın batıcılaşmasını savunan Batı hayranı Reşit ve Ziya paşalar gibi bürokratlar, ardından gelen Jön Türk ve İttihatçılar, tabii ki cumhuriyet ile birlikte kemalistler, bu projeye uyum gösteren Sait Halim Paşa gibi önce İslamcı, sonra İttihatçı olan devşirmeler, kemalist devlet ideolojisini benimseyen Demirel, Ecevit ve türevleri, tabii ki Türk-İslam sentezcileri ve MHP, bu batıcı akıma dahildirler.

Bunun karşısında ise, yerliliği ve halkçılığı ima eden Sultan Abdülhamid ve Mehmed Akif gibi bir avuç İslamcı entelektüel, sonrasında Menderes, Erbakan, Özal ve Erdoğan halkçı akımı temsil etmektedir. (Bu durum onların hatadan münezzeh olduğunu göstermez. Eleştiri ayrı bir konudur.)

Haliyle, milli ve yerli olma teklifi, batıcı akıma dahil olanlar için duyulmak bile istenmeyen bir imtiyaz kaybını ifade eder. Erdoğan'ın bu kadar nefret çekmesi ise, yerli ve milli olmasıdır.

İşte bu nedenle, Erdoğan ve AK Parti karşıtlığı bugün birbirinden uzak, rakip ve düşman olarak görünen birçok kesimi yanyana getirmiştir. Çünkü her ne kadar böyle gözükse de, onlar tarihsel olarak batıcı akıma dahil veya o akımın ürünüdürler. MHP, CHP ve HDP, Doğan ve cemaat medyası, irili ufaklı ulusolcu gruplar, hatta terör örgütleri, laikçi, anti halkçı akımın şemsiyesi altında yanyana gelebilirler. Çünkü “düşmanları” ortaktır ve yenilmemekte direnmektedir.

O zaman, dün cuntalara darbe için koşuşturanların, bugün bir içsavaş için PKK ve DHKP-C'ye ve tabii ki onların maşasını tutan batılı ülkelere koşuşturmaları neden garipsenir ki?

Bu ittifakın unuttuğu şey, zamanların değiştiğidir. Artık Tanzimat, 1908 veya 1920 şartlarında değiliz. Dindarlar, bu iyi bir şey mi ayrı bir konu, laiklerden daha sağlıklı bir şekilde modernleşmiş, laikliği de onlardan daha sağlıklı algılamaktadır. Kaldı ki, politik olarak çok daha başarılı, şiddetten uzak ve yaratıcıdırlar. Ve bu geniş kitleler Madagaskar'a gitmeyecek veya buharlaşmayacaktır.

Kutuplaşmanın altında da Erdoğan veya AK Parti değil, eşitliğe, birarada yaşamaya ve paylaşmaya dönük elit itirazı yatmaktadır.

Ancak bir stop noktamızın olması gerekir. Erdoğan ve AK Parti'den kurtulmak için, ülkeyi PKK'ya peşkeş çekmek, devlet sırlarını Meclis'te açıklamak, bir CHP'li vekil gibi, “Türkiye İran'la savaşırsa İran'ın tarafını tutarım” demek, Sayın Kılıçdaroğlu gibi Duran Kalkan ağzı ile “PKK silah bırakamaz” açıklaması yapmak gerekmemektedir.

Bu çılgınlık, bu kesimleri, tüm bariyerleri yıkarak her şeyi göze alma durumuna getirmiştir. CHP böyle yaparken, MHP elini taşın altına sokmamış, paralel yapıya tek bir laf etmemiş, PKK yerine AK Parti'ye yüklenmeyi vazife bilmiştir. İşte gayrı millilik ve yerli olmamak budur.

Sayın Erdoğan bir cumhurbaşkanı olarak ülkenin iç barışını ve bütünlüğünü tehlikeye atan bu savrulmaya dikkati çekmiştir. “Hangi partiden olursa olsun, 550 yerli ve milli vekil olsun” cümlesinin hedefi bu riski bertaraf etmektir.

PKK'yı ve DHKP-C'yi Meclis'e sokan bu çılgınlığın ülkeyi ateşe attığını ifade etmiştir.

Çok da iyi etmiştir.
#milli
#yerli olmak
#ak parti